semerşah

 
Oğuz Kağan Destanı - Yada Taşı, yadacı

  Ana Sayfa
  Alp Oğuz
  Oğuz Kağan Bibliyografyası
  OĞUZ DESTANININ ÖZELLİKLERİ
  Oğuz Kağanın Duası
  Göktürklerden Günümüze Türk Halk İnançlarında Kurt
  Mete Destanı
  İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Kadının Yeri ve Önemi Nedir ?
  İNTERNETTEKİ TÜRKOLOJİ DÜNYASI
  Balık
  Eski Türklerde Damga
  Kitaplar
  Mete , Vikipedi
  Oğuz Kağan Destanı, Vikipedi
  Oğuz Kağan biyografi.net
  Oğuz Kağan'ın başkenti Antakya
  Türk Boyları 24 Boy
  Mavi Kelebeğin İzinde
  Yada Taşı, yadacı
  Ziyaretçi defteri
  İt Barak
  Oğuz Kağan Destanı
  TÜRK DESTANINI NAZIMA ÇEKMEK TEŞEBBÜSLERİ
  İSLÂMİYETTEN ÖNCE TÜRK DESTANI
  Bozkurt
  Oğuz Kağan incelemeleri
  Tokuz (Dokuz) Oğuz Destanı
  Türk Kültüründe Renkler
  NEVRÛZ VE TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER
  Türklerde Kalançı Çak (Kıyamet Günü)
  Türk Mitolojisi ve Antik Astronotlar
  Türk Mitolojisinde Dağlar
  Avşarlar
  Türk Mitolojisinde Yer ve Yeraltı
  Turkish Mythohlgy
  Güneş, Ay ve Yıldızlar
  ALANGOVA (ALAN-HOA)
  Göğün Direği
  Gizlenen Türk Mitolojisi
  Türk Mitolojisi'nde Kurban
  Göktürk Yazıtları’nda İsim ve Unvan Söyleme Geleneği
  Türklükte "Şadapıt" Ünvanı
  KOZMOLOJİK BİR KAĞAN
  Oğuz Kağan, Zülkarneyn, Hz. İbrahim
  ARÂİSU’L-KUR’AN’DA TÜRKLER
  KURAN-I KERİM ZU’LKARNEYN VE OĞUZ HAN’IN TARİHİ
  Türklere Peygamber Gönderildi mi
  ZÜLKARNEYN OĞUZ HAN

YADA TAŞI HAKKINDA

Zeynep AKDENİZ

( Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Lisans Öğrencisi )

ÖZET

Bildirimizde Türklerin çok eskiden kullandıkları ve kutsal kabul ettikleri bir taşa; “yada taşı”na değinmek istedik. Yada taşı, Türklerin çok eski kültürlerinden gelme olup yağmur yağdırma inanç ve gelenekleriyle ilgili bütün ritüellerini kendisinde toplamaktadır. Geçmişte bir kut olarak düşünülen, elinde olanın hükümdar tanındığı, kutsallığına inanıldığı yada taşı, Türk destanlarında ve efsanelerinde de yerini almakta gecikmemiştir. Tarihçilere göre, yada taşı istenildiği an yağmur, kar, dolu yağdırabilen, fırtınalar çıkarabilen sihirli bir taştır ve gücüne bizzat şahit olanlar vardır. Bulunduğu yer konusunda çeşitli rivayetler söz konusu olmuştur.

Bugün ise, yada taşı, sadece yeşim taşı olarak süs eşyaları şeklinde ve alternatif tıpta yerini almıştır. Yağmur yağdırma ritüelleri, başka uygulamalarda karşımıza gelmektedir.

 

Kaynaklarda yağmur ve kar yağdırmakta “Yada Taşı” denilen taşın büyük rolü ve etkisinden bahsedilir. Bu taş üzerinde çeşitli efsaneler, Türklerden başka yakın doğu milletlerinin bazılarında da görülür: Araplar bu taşa “Hacer-ül-mattar”, Farslar “Senk-i Yade” derler. Çağataylar ise kelime Farsça olmakla beraber “yeşim taşı”, Yakutlar “Sata”, Altaylılar “cada”, Kıpçaklar “cay” demişlerdir.

Genel olarak halk bu taşa, yada taşı, cida taşı, çurtus, yağmur taşı ve kaş adlarını verir.

Bir efsaneye göre; Nuh peygamber tufandan sonra gemisinden çıkınca Ham, Sam ve Yafes adındaki oğullarından her birini bir ülkeye göndermiştir. Yafes’i Türk ülkesine göndermeden önce, bu yada taşını vermiş, o da oğlu ‘Türk’e bırakmıştır. Ama sonra, Oğuz Han bu taşı elde etmiştir. Kaşgar taraflarında bu taşın beyazına “Ak Taş”, karasına da “Kara Taş” denir.

Altaylılar ve Yakutların, yağmur ve kar yağdırmak kudretinde olan şamanları da dualar okuyarak bu taşı kullanırlardı.

Göç destanında Dokuz Oğuz’dan (Bugu Tekin)’e rüyasında ak sakallı bir ihtiyar tarafından bu taş verilmiştir. Türk kültürü içinde önemli bir yeri olan “Kutlu Kaya”yı bu açıdan incelemek yerinde olacaktır. Ziya Gökalp1; “boyların bir gece gökten bir nur sütununun yeryüzüne indiğini gördüklerini bu “altın ışık”tan bir “çam ağacı”nın gebe kalarak beş şehzade doğurduğunu bunların en küçüğü olan “Bugu” Han’ın yabgu seçildiğini ve böylece Oğuz ilinin bir mucize ile kurulduğunu” anlatmakta ve gökten inen nur sütunu yeryüzünde taşlaşarak, yeşim taşından bir kaya vücuda getirmektedir. Türk kültüründe bu kaya milli harsın, milli kültürün timsali gibi kutsal olarak kabul edilmektedir. Beyazlara bürünmüş aksakallı bir ihtiyar Bugu Han’ın rüyasına girerek, bu kayaya saygı gösterdikleri sürece Oğuzların hâkimiyette kalacaklarını haber veriyor. Oğuzların bu taşa saygıları olduğu sürece büyük bir devlet halinde yaşayacaklarını, fakat Bugu Han’dan otuz göbek sonra torunlarından “Yuluntekin” in tahta çıktığını, Çin’de o sıralarda “Tang” sülâlesinin hakim olduğunu söyledikten sonra, efsane Gökalp’e göre şöyle şekilleniyor: “Çinliler, çok korktukları Türklerin kuvvet ve şevketlerinin kaynağının “Kutlu Dağ” olduğunu anlayarak, onları bu kaynaktan mahrum etmeyi düşündüler; bu sebeple Çin fağfuru, “Kiyeliyen” adlı kızını Türk hakanının oğlu Galitekin’e vermeyi ve buna karşılık “Kutlu Dağı” istemeye ve almaya karar verirler.” Hatta “Kutlu Kaya”nın kaybedilmesi her tarafta göç seslerinin gelmesine neden olur ve büyük bir kuraklık başlar.

H. Namık Orkun’un “Türk Efsaneleri”2ndeki Uygur efsanesi farklı tarafları olmakla beraber yine de bu taşla ilgilidir.

Yada Taşı Adlandırmaları ve Rastlanılan Kaynaklar:

Kaşgarlı Mahmut’un Divan ü Lügat’it-Türk eseri, yat hakkındaki araştırmalarda önemli bir yere sahiptir. Onun tarafından verilen bilgiler ise şöyledir: ٻَتْ " yat: Bir türlü kamlıktır (kâhinliktir). Belli başlı taşlarla (yada taşı ile) yapılır; rüzgâr estirilir. Bu, Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle kar yağdırıldı ve Ulu Tanrı’nın izniyle yangın söndürüldü. Yine aynı eserde: “Yat ٻَتْ : Taşlarla yağmur ve rüzgâr getirmek için yapılan kamlık.” deniliyor. Aynı eserin dizininde bu bilgi şöyle özetleniyor: “Yat: taşlarla yağmur ve rüzgâr için yapılan kamlık; yada taşı ile yapılan bir türlü kahinlik, kamlık”.3

Hüseyin Kazım Kadri, “Türk Lûgati”nde “Taş” -garp, isim… Olduğunu kayıt ediyor ve bununla ilgili edebi açıklamalar yapıyor.4 Yede; yada taşı hakkındaki açıklamasına muhtelif metinlerden aldığı bilgiyi katıyor: ٻرہ ؛ ٻارہ ؛ ٻارہ (ié’de; yede; yada) Çağatay-İsim= Büyü, sihir, efsun.”5 diyor ve “Babürnâme”den nakilde bulunuyor:

Tuntebuga sultan yada

Kılgan ikendür tünd yel

Kopup yamgur yağa girşti”

yadacı, yadeci”ye karşılık olarak da “büyü yapan, büyücü, sehhar” sözlerini kullanıyor, yine “Baburnâme”den:

Yedeçilerga buyurumuz

kim yede kılgaylar…”ı naklediyor. Yadacılık, yedeçilik, karşılığı olarak, büyücülük, sihirbazlığı alıyor ve Babürnâme’den “Yedeçilik dâvasını kılur erdi…”yi alıyor.

Eski Eserler Ansiklopedisi’nde yeşim hakkında verilen bilgide, Yeşim’in Farsçasının “yeşip” olduğu, eski milletlerin buna “Yağmur Taşı”, “Yat” dedikleri, yatın kehanet demek olduğu, yatlatmanın sihir yaptırmak anlamına geldiği, eski Türklerin bu taşla sihir yapıp yağmur yağdırdıkları anlatılmaktadır.6

Abdülkadir İnan’ın “Tarihte ve Bugün Şamanizm” adlı eserinde “Yada, Cada, Yat Taşı ve Yağmur Tılsımları” başlıklı bölümde önemli bilgi sunulmaktadır. İnan, bunun çok eskiden beri yaygın bir inanç olduğunu, “Büyük Türk Tanrısı”nın “Türklerin cedd-i âlâsına yada (yahut cada, yat) denilen bir sihirli taş armağan” ettiğini, bununla yağmur, kar, dolu yağdırıldığı, fırtına çıkartıldığı ve bu taşın her çağda Türk kamlarının en büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunduğunu, Şamanistlere göre, zamanımızda da büyük kamların ve yadacıların ellerinde bulunduğunu, her Türk lehçesinin “fonetik özelliklerine göre, muhtelif şekillerde ifade olunduğunu” ve “İslam kaynaklarında Türklerin bu sihirli taşına “yağmur taşı” (hacer-ül mattar) ve “cada taşı” (سنك جره ) denildiğini söylüyor. 7

A. İnan, bu taş hakkında; ilk habere Çin kaynaklarında rastladığını, “Tang sülalesi tarihine göre, dişi kurttan türemiş İç-jini-nişibu’nun doğaüstü özelliklere sahip olduğu, yağmur yağdırıp, fırtına çıkarabildiği ve 449 yılı olaylarından bahseden bir kitapta, Yüeban ahalisindeki bazı kâhinlerin Cücenlerin saldırışlarına karşı, şiddetli yağmur yağdırdıkları, fırtına çıkardıkları ilk olarak kaydedilmiştir” diyor. 8

10. yy.ın başlarında İslâm tarihçilerinden İbn-ül-Fakih tarafından “yağmur taşı”(Hacer-ül mattar) (seng-i cade) hakkında (İbn-ül Fakih)in meşhet nüshasındaki etraflı bilgide, Ebu’l Abbas İbn-i Muhammed ibn İsâ el-Marvezî”nin Dokuz Oğuzlar ve Karluklarla komşu bulunan Türklerin “istedikleri zaman yağmur ve kar yağdırabilmeleri ve fırtına çıkarmaları” ve bunu “Davud ibn Ali el-Badgisi” gibi güvendiği birisinden teyid edilince inandığını kaydettiği onuncu yüzyıl başlarında nerelere kadar yayıldığını ve etkide bulunduğunu göstermektedir.

Fuat Köprülü, 1925 yılında yayınlanan makalesinde; “Türklerdeki bu sihri âdet hakkında en eski malûmatın H. 301–332 seneleri arasında Türk memleketlerini gezmiş olan “Ebu Dulef Müsear İbni Mühelhel”in seyahatnamesinde bulunduğunu söylüyor9. Prof. Fuat Köprülü, ikinci kaynak olarak Kaşgarlı’nın Divan-ı Lügat’it- Türk’ünün önemini belirtilmektedir.

Timur ve Uluğ Bey zamanlarında da çok önem verilen nefrit taşından bahsedilmektedir. Buna göre; Uluğ Bey “yedi su”dan geçerek–Issık gölünün kuzey kıyısını izliyor” Karşi’de bulunan ve güya evvelce Çin imparatorlarının külliyetli bir para mukabilinde satın almak istedikleri- iki büyük nefreti parçasını Semerkand’a götürmekle mükellef iki bin kişiden mürekkep bir kıta, galiba, diğer bir yolu takip ediyordu. Taşların getirilmesi için mahsus arabalar yapılmış; ya atlar veya öküzler koşulmuştu. Bu taşların Semerkand’a getirildikten sonra Timur’un kabri üzerine konduğunu müverrihler kaydetmişlerdir.”10

Türklerin kültür hayatı, folkloru, etnografyası üzerinde gözlem ve derlemeleriyle tanınmış W. Radloff, 1861 yılında Altay’da Abakan ırmağı kaynağı çevresinde bulunduğu sırada yağmur taşı ile ilgili olaya tanık oluyor. Bu defa şiddetli yağmurdan kurtulmak için rehberi olan şahıs aynı zamanda yadacı olduğundan yağmurun gitmesi, gökyüzünün açılması için afsun mahiyetinde manzume okuyor. Radloff Türkçeye çevrilmiş olan Sibirya’dan (Aus Sibirien ve Proben)de Türk dinler tarihi ile ilgili bilgiler yanında bunlardan da bahsetmektedir.11

Prof. Dr. Faruk Sümer: “X. yy.da Türk memleketlerini gezdiğini iddia eden Arap müellifi Ebu Dülef Mis’ar İbni Mühelhel, İrtiş boylarında oturan Kimek (yahut yemek) namlı büyük Türk kavminden bahsederken, onların her istedikleri vakit yağmuru celbeden bir taşları olduğunu belirttikten sonra, bu hadiseyi gözüyle gördüğünü bildiren ilk müellif, büyük Türk âlimi Kaşgarlı Mahmud’dur” diyor. 12

Taşın Yapısı ve Bulunduğu Yer Hakkında Bazı Bilgiler:

XIII. yy.daki bir yazarın “yağmur taşı yumuşak, büyük bir kuş yumurtası büyüklüğünde olup üç türlüdür” diyen Prof. Faruk Sümer, bazılarının Çin’in doğu sınırlarındaki madenlerde, bazılarının “Çin’in serhaddindeki sürhab adlı kırmızı kanatlı bir su kuşunun mahsulü” olduğunu söyledikleri ve nasıl kullanılacağı hususunda anlaşmazlık olduğu, bazılarının “aşağıya akan bir suyun içine atılır” dedikleri, birçoklarının, bunun kullanma sırrına, metoduna yalnız Türklerin vakıf oldukları ve kimseye de öğretmedikleri anlatılmaktadır.

Ziya Gökalp, taşın rengi, şekli, yapısı, bulunduğu yer hakkında, Kaşgarlı’ya dayanarak şu bilgiyi veriyor: “1- Kaş taşı bir bez içine sarılıp da ateşe atılırsa taş yanmadığı gibi bez de yanmaz. Mahmut Kaşgari bunun tecrübe edilmiş olduğunu te’kiden söylüyor. 2- Susamış olan bir adam bu taşı ağzının içine alırsa susuzluğu gider. Kaş siyah ve beyaz olmak üzere iki türlüymüş. Beyazına “Örünk Kaş”, siyahına “kara kaş” denilirmiş. “Örünk” Doğu Türkçesinde “Ak” anlamındadır. Beyaz kaş “mühür” suretinde beraber taşınır ve bu suretle yıldırımdan, susuzluktan ve şimşekten emin kalınırmış. Yüzük kaşı tabiri bu istismâlin bir bakiyesidir. “Taşların bulunduğu yer, mevki hakkında ise şu bilgiyi görüyoruz:” Huten şehrinin iki tarafında akan iki ırmak vardır ki bunlardan birine “Örnük kaş öküz”, diğerine “kara kaş öküz” namı verilir. “Öküz” ırmak anlamındadır. Kaşgarlı’ya göre, birinci de “beyaz kaş”, ikincide “siyah kaş” bulunurmuş; güya bu taşlar bu mevkiden başka dünyanın hiçbir tarafında bulunmazmış.”

Sultan Mahmut Harzemşah’ın çadırında, yazın yaşlı bir adamın, su dolu bir tası alıp çadırın ortasına koyduğu, sağına ve soluna iki boru diktiği ve üçüncüsünü yükseğe diktiği, yağmur taşı renginde bir yılanın bu borudan aşağı sarktığı, neredeyse yılanın başının suyun sathına kadar yaklaştığı, sonra iki adet yat taşını tasa daldırıp çıkardıktan sonra birbirine sürttüğü, bunu müteakip her birini bir tarafa fırlattığı ve bu hareketi yedi defa tekrarladığı, nihayet tastan su alıp her tarafa serptiği ve gökyüzünü koyu bulutlar kaplayıp yağmur yağdığı anlatılıyor. Bu yadacı ihtiyarın, işlem sırasında başı açık ve ayaklarının çıplak bulunduğu, hiddetli bir durum gösterdiği ve bazı sözler mırıldandığı, bu esnada çok yorgun göründüğü ve ızdırap çektiği belirtilmektedir.

Ord. Prof. Şerefeddin Yaltkaya, “Ebul Reyhan’ın bir kitabı”, makalesinde yeşim taşının “Haten”den çıktığını söylüyor ve bu mevkide kaş denilen bir vadide yeşimin beyaz ve âlâsının buradan çıktığını, büyük parçalara mahsus yerin hükümdara mahsus olduğu, halkın ancak küçük parçaları alabileceği, bundan başka “karakaş” denilen bir vadide çıkan yeşimin renginin Kaş’dan çıkanlar kadar beyaz olmadığını, yeşimin kendisine veya yeşim cinsinden olan bu taşa “galebe taşı” denildiğini belirtiyor ve Türklerin kılıçlarını ve atlarının üzerindeki eğerlerini bellerindeki kemerlerini savaşlarda galebe çalmak niyetiyle bunlarla süslediklerini, bundan dolayı bunlara bakan şahısların parmaklarına yüzük takmaya ve bıçaklarına sap yapmaya başladıklarını anlatıyor.

Yeşim taşı hakkında Eski Eserler Ansiklopedisinde, dünyada zümrüt, yakut ve pırlantadan sonra gelen en sert taş olduğu, bundan tespih, tabak, fincan, bıçak ve kılınç kabzaları, ayna çerçeveleri gibi birçok ziynet eşyaları yapıldığı, bir yeşimin hâlihazırda delinebilmesi için, en usta bir taşçının saatlerce çalışması gerektiği, en makbul renginin koyu yeşil ve süt beyaz olduğu, siyah, sarı ve ala renklerinin makbul olmadığı anlatılıyor.13

Yada Taşı'nın özelliği rüzgar estirmesi, yağmur, kar ve bazan da don getirmesidir. Yada Taşları, yalnızca yağmur yağdırmak için değil, yel çıkarmak için de kullanılırdı. Bu taşlar daha çok geyiklerin başlarında, su kuşlarının kursağında, yılanlarda, öküzlerin karınlarında bulunarak elde edilirdi. Kırgız Türkleri de, Cada/Yada Taşı'nın koyunun karnında bulunduğunu söylerlerdi.

Yada Taşları yumruk büyüklüğünde olup koyu renklidirler. Üzerlerinde damar damar çizgiler bulunur. Ele alınınca yaygın olarak bir soğukluk duyulur. Sallanınca kulağa, taşın içinden kimi sesler gelir. Üç yıl kullanıldıktan sonra yavaş yavaş gücü azalır. Yada Taşları'nın en iyileri, kendi kendine hayvan veya kuş biçimi almış olanlarıdır. Taşlar, kullanıldıktan sonra su içine konup saklanır.

 

Türk Halk Edebiyatlarında Yada Taşı:

Yada taşı motifi Doğu Türklerinin halk edebiyatlarında da pek çok tekrarlanmaktadır. Kırgız-Kazakların ‘Er Gökçe’ destanında, Altın Ordu’nun ünlü kahramanı Er Kosay da, maiyetindekilerin susuzluktan sıkıntıları üzerine, Er Kosay, atının eğerleri altından Cay taşını (Yad Taşı) alıp, birkaç defa sallayarak yere koyuyor ve yağmur yağmaya başlayarak, yağmur suyunu içiyorlar. Abdülkadir İnan, Kırgızların Manas Destanı’nın büyük Çin seferi rivayetinde Almabet adlı kahramanın yağmur yağdırmak için “bulutları afsunladığı” zikredilmektedir.14

Yada Taşı’nın Kırgız destanlarındaki yansıması ise çok farklı adlar altında, düşmanla savaşları sırasında kahramanları zor durumdan kurtaran bir taş olarak karşımıza çıktığı ve üç ayrı şekilde adlandırıldığı görülmektedir15:

  1. Burhun Taş:

İki Kalmuk yiğiti Erke ile Torko olası Seyitbek saldırısına karşı kendilerini koruması için tanrılarının sureti olarak kabul ettikleri “Burhun Taş”a sığınırlar:

… Erke Torko eki şer

Colgo çıktı kamınıp

Zu saktagan keçilder

Burhununa tayılıp.

Baatırlardı koldo dep

Uzatıp turdu cabılıp.

Burhun Taş’ı kuçaktap

Laylamalap calınıp

….

Seyitbekke bet aldı.16

  1. Kır (Boz) Taş:

Semetey, annesi Kanıkey’in isteğine uyarak bir kazan dolusu et pişirir; kara kızıl kan çıkması üzerine babası Manas’ın dirilmeyeceğini anlayan Semetey, Kan Çoro ve Kül Çoro ile birlikte uğuldayan Kır Taş’a doğru dua etmek için yarış ederek yola çıkarlar. O sırada bir grup askerin, doru ata binmiş birinin önderliğinde geldiğini görünce de Semetey Kan Çoro’yu, Kır Taş’a yollayıp etrafı gözetlemesini ister. Destanda ise bu durum:

Kazanı tes kaynatıp algaysın.

Semetey salıp kirip berdi deyt.

Kuptan okup aldı deyt.

Ak-bos beni çaldı deyt.

Azır tayıp aldı deyt.

Toodoy bolgon bir adam

Tor’at minip keliptir

Altı sanalaş köp koldu.17

Kagılayın Kan Çorom

Kañıraktay Kır Taştı

Salıp barıp tosup al!18 satırları ile verilmekte; Kır Taş sürekli ses çıkaran, ülkenin sınırını çizen kutsal bir nesne olarak değerlendirilmektedir.

  1. Kara Taş:

Er-Tabıldı’da Eldiyar “Eldiyar Kara Taştı dubalap kara suunun tûbûnõ salıp taştap al da attandı”19 satırlarından da anlaşılacağı gibi, Tanrının kendilerini koruması, su bereketinde kar yağdırması için Kara Taş’a dua okur ve onu, kaynaktan beslenen bir ırmağa atar. Çınasıl, Cañıl’a:

Baatırlardı aralap

Baştan ayak taanıp al.

Kakıragan Kara Taş

Cer-Suunu tintip al20 diyerek tedbirli olmasını ister.

Yağmur taşının nerede bulunduğu hakkında Kırgızların, Cada (cay) taşının koyun karnından çıkarıldığı inancını Abdülkadir İnan kaydetmektedir. Yine İnan, “Doğu Türkistan bakşılarının meslek hayatlarını ve âyinlerini düzenleyen ‘risâle’(tüzük)leri bulunduğu gibi ‘yadacılar risâlesi’nde vardır” demektedir.21

Yada Taşları bir başka anlatıya göre, Altay Dağları'nın buzullu bölgelerinde bulunur. Altay Türkleri, Yada Taşları'nı kuru ve sıcak yerlerde saklarlar. Kullanacaklarında taşı buradan alır, işi bitince de yerine korlar. Yazın çok sıcak olduğunda, bunalan atlarını serinletmek için Yada Taşı'nı, atların yelelerine asarlar. Kullanmadan önce soğuk suyun içine koyup su içinde birkaç gün bırakırlar. Ölen taşları diriltmek için hayvan ciğerlerine sararlar.

Altay şamanları yay ile fala bakarlar ve yağmur yağdırırlar. Altay Türkçesi'nde ''ya bıla kamnadı'' deyimi, yay ile kamladı yani yay ile fala baktı, yağmur yağdırdı anlamına gelir. Eski Çağatay edebiyatında da ''İlm-i Yay'', fala bakmak ve yağmur yağdırmak anlamını karşılayan bir deyim idi.

Bugün de kullandığımız Kaş, yani değerli taşların kapsamına altın ve gümüş gibi asil madenler de girer. Bilindiği gibi, bu madenler asildirler ve elektiriği de kolay geçirmezler ki yıldırım da bir tür elektiriktir. Eski Türkler'de, değerli maden ve taşların yıldırımı defettiği, insanlardan uzaklaştırdığı kanısı vardı. Bunun nedenini Kaşgarlı Mahmud şöyle açıklar:

''Kimin yanında Kaş bulunursa ona yıldırım dokunmaz denilir. Kaş, içinde hiçbir leke bulunmayan, saf ve ak bir taştır. Yüzüklere konulur. Böyle bir yüzüğü olan kimseye yıldırım dokunmaz. Çünkü, Kaş'ın yaratılışı böyledir. Kaş, bir beze sarılıp da ateşe atılacak olursa ne sarıldığı bez, ne de kaş yanar. Bu, çok sınanmıştır. Susayan kimseler, bir Kaş'ı ağızlarına alacak olurlarsa susuzlukları geçer.''

Yada Taşı ile yağmur yağdırma işlemine Eski Türkçe'de ''yatlamak'' denilir, Yada Taşı ile yağmur yağdırıp rüzgar estirme işlemine de ''yat'' adı verilirdi. ''Yatçı yatladı'' deyimi, Yada Taşı kullanan yadacı, Yada Taşı ile afsun yaptı anlamına geliyordu. Havaya etki yapmak için okunan afsun ile kullanılan taşa Yada, Cada, Yat denilmiştir. Türk kavimlerinde çok eski zamanlardan beri yaygın olan inanca göre Tanrı, Türkler'in büyük dedelerine Yada denilen bu büyülü taşı armağan etmiş, Türkler de bu taşla yağmur, kar, dolu yağdırıp yel estirmişlerdir. Ren bölgesinde, yağmur taşı, yağmur yağdırmak hususunda te’siri olması için, içi su dolu bir kap içinde muhafaza edilir. Yağmur fazla olunca, yağışı dindirmek için, taşı sudan çıkarıp, kuruturlar. Altaylılar da, yağışı sağlamak istedikleri zaman, yada taşını bir gün bir gece su içinde tutarlar. Fuad Köprülü’den öğrendiğimize göre, yada taşı hakkında Arap ve Çin kaynaklarında epeyce bilgi vardır. Yada taşı Çin’de Yü-chh (=Yueh-chih) halkında bulunur. Yada, suyun özüdür. Bu taşın yağmur yağdırma ameliyesinden başka vazifeleri de vardır; msl. Ölünün ağzına bir parçası konur.22

Yağmur İnançları ve Yada:

Yağmur ilkellerden günümüze, insanlık tarihinde çok önem taşır. Gökten inen bereket olarak nitelenen yağmur, kutsal bir nitelik kazanmıştır. Yağmur dualarının kökeninde kutsallık yatar. Doğayla barışık olmak dileği bir takım ibâdetler ve ritüellerle tamamlanır. İnanç insana özgü bir fenomendir.

İslamiyet öncesi Türk kültüründe de yağmur yağdırma törenlerinin yapıldığını biliyoruz. Duanın İslami kelime olmasından yola çıkarak yağmur duasının İslamiyet sonrası oluşmuş bir âdet olduğunu savunan araştırmacıya katılmamız olanaksızdır.23

Yağmur duaları, toplumsal niteliklidir. Türkistan'daki Türk boylarında yağmur çağırma törenleri iki şekilde düzenlenir:

Birincisi: Yada taşı ile yapılan yağmur çağırma törenleri.

İkincisi: Su-kadın törenleri ile yapılan yağmur çağırma törenleri.

Türkistan'da yağmur çağırma törenleri ile ilgili yayınlanan eserlerde verilene bilgilere göre, Yada taşı ile yağmur yağdırma törenleri Türkistan'da 20. asırın başlarına kadar canlı şekilde devam ettirilmiştir. Yada taşı ile ilgili gelenekler ve efsaneler eski Türk boylarının dini inançlarına bağlıdır.

Folklorcuların fikrine göre, iklimi etkileme sihri Sibirya ve Türkistan'daki Türk boylarında eski zamanlara dayanır. Yada taşı ile yağmur çağırma törenleri Şamanistik törenlerin bir devamıdır. Araştırmacılar bahar ve sonbahar'da yağmur, kar yağdırmak, kışın havayı ısıtmak için Yada taşından faydalanıldığını kaydederler. İnanışa göre, Yada taşı sıcak suya batırıldığında veya hamile kadının eli değdiğinde sihrini kaybedermiş.

Türkistan'daki yağmur çağırma törenlerinin ikinci şekli konusunda da kısaca bilgi verelim: Türkistan'da ikinci tür yağmur çağırma törenlerine "Sust hatın", "Süt hatın", "Suv hatın", "Çele hatın", gibi adlar verilir. Türkistan'daki Türkmenler yağmur çağırma törenlerine"Syuyt gazan", "Syuyt hatın", Tacikler "Sust Mama", "Sust hatın" veya "Aşağan" adını verirler. Zerefşan vadisinde "Sus hatın", Sürhanderya'da "Boz hatın", "Sust hatın", Kaşkaderya'da "Söz hatın", "Ceyle Kazak", Türkistan şehrinde "Çele hatın", "Kösem kösem", "Sur hatın" adı ile yapılan yağmur çağırma törenlerinin mahiyeti birdir. Mesela, Sirderya'da ihtiyar şeklindeki kukla-bebeği taşıyan kadınlar köy sokaklarını dolaşarak şarkı söylerler ve her evin önünde ev sahibi ihtiyar kukla-bebeğin üstünden su döker ve türlü yiyecekler verir.24

Yağmur yağdırma işlemlerine halk, yağmur duası adını vermektedir. Çocuklarsa buna değişik yerel adlar takmışlardır; “bodi, bodi bostan, dodu, gode, gode gode, göde göde, gelin, gelin gok, çomça gelin, çömçe gelin, kepçe gelin, çullu kadın, kepçe kadın, çalı gezme, çulla kepçecik” Trakya ve Balkanlarda da “dedule ve dodole” adıyla aynı âdet yaygın bir biçimde sürdürülmektedir. Ayrıca Çin kültüründe, Akadlarda, Sami dinlerinde de bu tür törenlerin yapıldığını biliyoruz.

Eski Türk adetlerinde bütün köylüler toplanıp bir kız bir erkek seçermiş. Bunlar gelin ve güvey gibi giydirilip süslenirmiş. Bütün köylü gelin ve güveyi kapı kapı gezdirerek evlerden buğday, pirinç, bulgur vb. toplarlarmış. Buğday veren ev sahibi gelinle damadın üstüne bir “çomça” su dökermiş. Gelin kılığına giren kişiye “çomçalı gelin” adı verilirmiş. Coğrafi konum ve sosyal yapıya göre değişiklikler gösteren bu törenlerde dikkati çeken ana temalardan birinin kukla yapmak, diğerinin ise tören sonu yapılan ziyafet olduğudur. Bu olgu bizleri zamanımızdan binlerce yıl önceki insan kurban edilen dinsel ayinlere kadar götürür.

Çomçalı gelin ritüelinde dört aşama vardır:

a)     Hazırlık,

b)     Oyunun oynanması

c)     Toplanan yiyeceklerin pişirilmesi 25

i) Hazırlık: Havanın kurak gittiği, yağmurun hiç yağmadığı günlerde köyün/mahallenin çocukları bir araya gelerek “çömçeli gelin” oynamaya karar verirler.26 Ağaçtan yapılmış büyük bir kepçenin başı ile sapının birleştiği yere çapraz olarak bir değnek bağlanarak kol yapılır. Buna bir kız çocuğunun elbisesi giydirilir, baş kısmına da başörtüsü bağlanarak âdeta bir gelin canlandırılır. Bazı bölgelerde (Kilis, Sivas, Trabzon) çocuklar, bir değneğin ucuna süpürge veya çömçe (kepçe) bğlarlar. Buna bir elbise giydirilip, yüz olarak kabul edilen kısmına, kömür ile kaş, göz ve ağız yaparlar.27 “Çömçe gelin”i çocuklardan biri (oyunu yöneten) eline alır, yanındakilerden birkaçı da toplanan yiyecekleri koymak üzere ellerinde torba, sitil (çingil, madeni kap), heybe vs. taşır.

ii) Oyunun Oynanması: Hazırlanan bebeği taşıyan çocuk en önde olmak üzere, bütün çocuklar toplu halde kapı kapı dolaşarak, her evin önünde, hep bir ağızdan “çömçeli gelin” tekerlemesini söylerler: Bu tekerlemelerin benzeri Azerbaycan’da “godu godu” adıyla söylenirken, Türkistan’da da yerini “suv hatın” tekerlemesine bırakır.28

Tekerlemelerin hemen ardından, ev sahibi, çocukları istedikleri; yağ, bulgur, un, yumurta, kavurma, tuz vs. gibi yiyeceklerden birini verdikten sonra, beraberinde gizlice getirdiği suyu çocukların -özellikle de “çömçeli gelini taşıyan çocuğun- üzerine döker. Su ile ıslanan çocuklar kaçışarak başka bir evin kapısına varırlar, aynı işlem burada da devam eder. Böylece bütün evler dolaşılır.

iii) Toplanan Yiyeceklerin Pişirilmesi ve Dua: Mahallenin/köyün bütün evleri bu şekilde dolaşıldıktan sonra, toplanan yiyecekler yemek yapılarak yenir, ardından yağmurun yağması için bazı bölgelerde dua edilir.

Anadolu’da farklı farklı âdetlere dönüşen yağmur yağdırma törenleri Çukurova’da Çömçeli Gelin yada Bodi olarak ortaya çıkar. Osmaniye yöresinde tilki kılığına girdirilen bir çocuk kapı kapı dolaştırılarak gezdirilir. Bu gezme esnasında yağ, bulgur, un, tuz istenir. Çocukların isteklerini karşılayan her ev sahibi Bodi’nin üzerine bir tas su döker ve toplanan malzemelerle yapılan yemek hep birlikte yenir.

İlgimizi çeken noktalardan bir tanesi, “Niçin Çömçeli Gelin?”, yani cinsiyet olarak niçin kadın- birkaç varyant hariç- seçilmiş? Diğer bir nokta ise, “Niçin Gelin?”, yani nine değil, kız çocuğu değil, her hangi bir kadın değil de, “gelin” ve “çömçeli gelin”? Bu sorunun cevabını Kadir Keçebaş şöyle açıklıyor: “Bilindiği gibi toprak anadır. İslâm inancına göre, Hz. Âdem topraktan olduğu gibi, bütün canlılar da topraktan yaratılmıştır. Toprak ana her zaman yüklüdür. Tıpkı bir gelin gibi, her zaman doğuma hazırdır. Kısır değil, doğurgandır. Tohum ondadır. Beslenmeyen bir ceninin ana karnında doğmadan öldüğü gibi, çürük yok olur. Tohumu saklaması ve çimlenmesi bakımından hamile bir anaya benzediği gibi, onu beslemesi ve büyütüp, olgunlaştırması bakımından da, müşfik bir anneye benzer. Toprak ana, taşıdığı tohumu yeryüzüne çıkarabilmesi için doğum sancıları çekmektedir. Ona yardım edecek ebe ise yağmurdur. Yağmur yağdığı zaman ise, rızık doğacaktır. Bereket doğacaktır. Toprağın bu doğurma özelliği bir dedede, bir babada, bir ninede ve bir genç kızda olmadığı içindir ki; eskiler çomçalı nine dememişler, “çomçalı gelin” demişlerdir.29

Hepimizin bildiği gibi Müslüman Türklerce, yağmur yağmadığı, kuraklığın hüküm sürdüğü zamanlarda yağmur duası yapılır. Bir yerde Türkler, İslamiyet'teki bu yağmur duası ile milli Yada Taşı inançlarını birleştirmişler ve bir senteze varmışlardır. Çünkü Eski Türklerde dağ kutsaldı; Tanrı’ya dağ başlarında yakarırlardı. Dağ, göğe yükselişi temsil eder ve tırmanmak suretiyle kişiyi Tanrı’ya yakınlaştıran bir tür kavuşmayı ifade ederdi; bu sebeple duaların da orada daha iyi işitildiğine inanılırdı. Çünkü dağ, yüksekliği itibariyle Türkler tarafından yeryüzünde Tanrı’ya en yakın noktalar olarak tasavvur edilmiş; Türkler Tanrı’yı hep yukarıda tasavvur etmişlerdir.”30 Bundan dolayı Türklerde dağ kültü, Gök Tanrı kültüyle birleşmiştir. Hunlar her yıl kurbanlarını Gök Tanrı’ya dağda sunarlar ve o dağı kutsarlardı.31 Bu gelenek, İslami yağmur duası ile birleştirilmiştir. Müslüman Türklerde, yağmur duası için yüksek yerlere çıkmanın yağmur duasının etkisini arttıracağına inanılır. Bu yüksek yerlerde Allah’a kurbanlar sunulur, saçılar yapılır.

Bugün Anadolu’da Türkler, yağmur duasını yaparken su kıyısında dururlar ve suya küçük taşlar atarlar. Bu taşların okunması ve okunduktan sonra da su iyesine sunulan bir saçı örneği olarak akarsuya bırakılması, Eski Türkler tarafından kullanılan Yada taşını akla getirir. Bu örnek tümüyle eski Yada Taşı inancının günümüze yansımasıdır. Çünkü, Eski Türklerde Yada Taşı ile yağmur yağdıracak olan şaman, Yada Taşını alır, afsunlar ve suyun içine atardı. Şamanın okuduğu dualar, İslamî anlayış içinde ayet ve duaya dönüşmüş, şamanın yerini de bir nevi din adamı kimliği ile hoca/imam almıştır.

Yada/Yeşim Taşı ve Alternatif (Yardımcı)Tıp:

Çeşitli bitki ve taşlarda olduğu gibi, yeşim taşının da alternatif tıp veya yardımcı tıp denilen alanda kullanıldığı görülmektedir. Buna göre yeşim taşı;

  • Diş problemleri ve ağrılarında faydalıdır. Ağzın içine yerleştirilen yuvarlak biçimli bir yeşim taşı, dişin yanında durur ve konuşulduğunda diş için rahatlatıcı etkisi olan titreşimler yayar.

  • Pisliklerin bedenden atılmasını sağlar.

  • Aşırıya kaçan duygusallıkları dengeler.

  • Elde tutulduğunda ısınarak rahatlatıcı bir his verir.

  • Günlük kullanım için çok uygun bir taştır. Dengeli ve iyileştirici olan yeşil rengin etkisine sahiptir. Mücevher olarak özellikle konuşmacılar ve öğretmenler tarafından kullanılabilir.

  • İçiniz korku ve endişeyle dolduğunda huzur ve güven verir. Kişinin kendini zayıf ve güçsüz hissettiği anlarda yeşimi kalbinin üzerine koyması içini rahatlatır.

  • Kendisini taşıyan kişilere akıl, cesaret ve adalet duyguları verir. Kazanılan başarının sonucunda insanın içinde doğabilecek olan kibir duygusunu engeller.

  • Kişiyi duyguların tutsaklığından kurtararak görüşünü netleştirir.

  • Zihinsel odaklanmayı gerektiren çalışmalarda yardımcı olur.

Son zamanlarda ortaya çıkan “yeşim taşı yatağı” ise, bir nevi spa masajı ve ısı ile birçok rahatsızlığa çare gibi düşünülmeye başlanmıştır.

Mücevherat dünyasında da, yüzük, kolye, küpe vs. gibi tasarımlarda renkleri ile yer alan yeşim taşı, hem kişiyi rahatlatan etkisi ile, hem de göz alan parlaklığı ile göze çarpmıştır. Üstelik birçok padişahın tahtlarında, yüzüklerinde bu güç simgesinin bulunduğu hepimiz tarafından bilinen bir gerçektir.

Sonuç:

Medeniyetler değişse bile, özde var olan duygu ve inançların kolay kolay değişmediği bir gerçektir. Zaten bir milletin, milli kültürünün unsurlarını yok etmek mümkün değildir. O millet, din değiştirmek gibi toplumsal değişimlere neden olan bir faaliyete girse bile, geleneklerini, törelerini muhakkak devam ettirir. Gerçi bu gelenekler, sanki yeni dinin öğeleri imiş gibi gösterilir ama buradaki amaç eski gelenekleri yaşatmak için bir bahane aramaktır. Bu, bütün kültürlerde böyledir.

 

 

 

KULLANILAN KAYNAKLAR:

 

  • ACIPAYAMLI O. , (1965) “Türkiye’de Yağmur Duası ve Psiko-sosyal Metodla İncelenmesi-I”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, XXI. (1-2), Ocak-Haziran

  • ACIPAYAMLI O., (1965) "Türkiye’de Yağmur Duası" Ankara Üni. D.T.C.F. Dergisi, c. XXII

  • ATALAY, B. (1943) “Divan-ü Lügat’it-Türk Dizini (indeks)”, Ankara, TDK.

  • BÜNGÜL N.R. , (1939) “Eski Eserler Ansiklopedisi”, İst., Çituri Biraderler Basımevi

  • GÖKALP Z., (1977) “Türk Medeniyeti Tarihi”, İstanbul, İnkılap Yay.

  • İNAN A. , (1954) “Tarihte ve Bugün Şamanizm”, TTK Yay., VII. seri 34, Ankara, TTK Basımevi

  • KADRİ H.K. (1943), “Türk Lügati”, Maarif matbaası, c. 3

  • KALAFAT Y. , (1990)“Doğu Anadolu’da Eski Türk İnanışlarının İzleri”, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yay: 112, seri:1, sayı: A.17, Ankara

  • KEÇEBAŞ K. , (1981) “Çomçalı Gelin Tekerlemesinin Düşündürdükleri”, Erciyes

  • KOÇAK A. , “Türkistan Halk Edebiyatında Yağmur Çağırma Törenleri”, Çukurova Üniversitesi Sempozyum Bildirileri

  • KOÇAR Ç. , (1991) “Türkistan Halk Edebiyatında Yağmur Çağırma Törenleri”, Türkistan ile ilgili makaleler, Ankara

  • KÖPRÜLÜ F. (Prof. Dr.), (1925) “Eski Türklerde dinî-sihrî bir an’ane “Yat” veya Yağmur Taşı”, İst. Darülfünun Ed. Fak. Mec. C. 3

  • Manas Destanı, (1995), Ankara; Türksoy Yay. (Yayına Haz: Emine Gürsoy Naskalı)

  • M.E.B. İslâm Ansiklobedisi, c. 5, İstiska mad.

  • ORKUN H.N. , (19 RADLOFF W. , Aus Sibirien, B. 11. 8-9 ve proben. B. 1. 220-221. W. Radloff, Sibirya’dan 1+, İst. 1954, 1. ++ İstanbul 1956, 11 + İst. 1956. 11++ İst. 1957. Türkçeye çeviren: Prof. Dr. Ahmet Temir (bkz. TANYU H. (Doç. Dr.) ), “Türklerde Taşlarla İlgili İnançlar”, Ank. Üni. İlahiyat Fak. Yay. S. 54 dipnot: 62-42) “Türk Efsaneleri” , Çınar Yay. , İstanbul

  • SÜMER F. (Prof. Dr.), (1953) “Eski Türklerde Yağmur ve Kar Yağdırma Âdeti”, Resimli Tarih Mecmuası, 4. c.

  • ŞİMŞEK E. (Doç. Dr.) , “Anadolu’da Yağmur Duasına Bağlı Olarak Oynanan Bir Oyun: Çömçeli Gelin”, Millî Folklor Dergisi Kış/sayı:60-Ağustos

  • TANYU, H. (Doç. Dr.), “Türklerde Taşlarla İlgili İnançlar”, Ank. Üni. İlahiyat Fak. Yay.

  • YAYIN(KÖSE), N. (Prof. Dr.), (2008) “Kırgız Destan Terimleri Sözlüğü”, İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Basılmamış Proje.

ãhttp://www.ege-edebiyat.org

1 GÖKALP Z., (1977) “Türk Medeniyeti Tarihi”, İstanbul, İnkılap Yay.

2 ORKUN H.N. , (1942) “Türk Efsaneleri” , Çınar Yay. , İstanbul

3 ATALAY, B. (1943) “Divan-ü Lügat’it-Türk Dizini (indeks)”, Ankara, TDK. S. 758

4KADRİ H.K. (1943), “Türk Lügati”, Maarif matbaası, c. 3, s. 383,384

5 A.g.e., s. 722

6 Eski Eserler mütehassısı BÜNGÜL N.R. , (1939) “Eski Eserler Ansiklopedisi”, İst., Çituri Biraderler Basımevi, s. 258

7İNAN A. , (1954) “Tarihte ve Bugün Şamanizm”, TTK Yay., VII. seri 34, Ankara, TTK Basımevi s. 160

8 A. İnan, a.g.e., s. 160

9KÖPRÜLÜ F. (Prof. Dr.), (1925) “Eski Türklerde dinî-sihrî bir an’ane “Yat” veya Yağmur Taşı”, İst. Darülfünun Ed. Fak. Mec. C. 3

10TANYU, H. (Doç. Dr.), “Türklerde Taşlarla İlgili İnançlar”, Ank. Üni. İlahiyat Fak. Yay. s. 51

11 Radloff W. , Aus Sibirien, B. 11. 8-9 ve proben. B. 1. 220-221. W. Radloff, Sibirya’dan 1+, İst. 1954, 1. ++ İstanbul 1956, 11 + İst. 1956. 11++ İst. 1957. Türkçeye çeviren: Prof. Dr. Ahmet Temir (bkz. TANYU H. (Doç. Dr.) , “Türklerde Taşlarla İlgili İnançlar”, Ank. Üni. İlahiyat Fak. Yay. S. 54 dipnot: 62)

12SÜMER F. (Prof. Dr.), (1953) “Eski Türklerde Yağmur ve Kar Yağdırma Âdeti”, Resimli Tarih Mecmuası, 4., c. 44, Ağustos , s. 2533-2535

13 Eski Eserler Ansiklopedisi, 398-Yeşim mad., s.258

14 İNAN A. , (1954) “Tarihte ve Bugün Şamanizm”, TTK Yay., VII. seri 34, Ankara, TTK Basımevi, s.164

15 YAYIN(KÖSE), N. (Prof. Dr.), (2008) “Kırgız Destan Terimleri Sözlüğü”, İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Basılmamış Proje.

16 Oruzbay Urmambatov varyantı, Coodarbay; Seyitbek,1971. Frünje: Kırgızistan Basması, Kırgız SSR İlimder Akadamiyası, Tılcena Adabiyat İnstitutu, s:253

17 Manas Destanı, 1995, Ankara; Türksoy Yay., Yayına Haz: Emine Gürsoy Naskalı, s:244

18 A.g.e. s:245

19 Aktan Tınıkbayev varyantı. Kedeyken-Ertabıldı, 1970, Bişkek, Kırgızistan Basması. Kırgız SSR İlimdar Akadamiyası, Til Cana Adabiyat İnstutu. S:209

20 Corobayev varyantı, Sarinci-Dölöy, Cañılmirza, 1998, Bişkek, Şam Basması. Kırgız Resbuplikasının Uluttuk İlimder Akademiyası. Manastanov Cana Körköm Madaniyattın Uluttuk Borboru. El adabiyatı Seriyasının 6. Tomu. S. 246

21 A.g.e., s. 164

22 M.E.B. İslâm Ansiklopedisi, c. 5, İstiska mad. , s.1221,1222,1223

23 ACIPAYAMLI O., (1965) "Türkiye’de Yağmur Duası" Ankara Üni. D.T.C.F. Dergisi, c. XXII, s.3-4

24 KOÇAK A. , “Türkistan Halk Edebiyatında Yağmur Çağırma Törenleri”, Çukurova Üniversitesi Sempozyum Bildirileri, s. 588

25ŞİMŞEK E. (Doç. Dr.) , “Anadolu’da Yağmur Duasına Bağlı Olarak Oynanan Bir Oyun: Çömçeli Gelin”, Millî Folklor Dergisi Kış/sayı:60, s. 78-87

26 Bu oyunun oynanması büyükler tarafından da bizzat istenir.

27 ACIPAYAMLI O. , “Türkiye’de Yağmur Duası ve Psiko-sosyal Metodla İncelenmesi-I”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, XXI. (1-2), Ocak-Haziran, s. 24

28KOÇAR Ç. , (1991) “Türkistan Halk Edebiyatında Yağmur Çağırma Törenleri”, Türkistan ile ilgili makaleler, Ankara , s. 239

29 KEÇEBAŞ K. , (1981) “Çomçalı Gelin Tekerlemesinin Düşündürdükleri”, Erciyes , s.15

30 KALAFAT Y. , (1990)“Doğu Anadolu’da Eski Türk İnanışlarının İzleri”, Türk Kültürünü Araştırma Ens. Yay: 112, seri:1, sayı: A.17, Ankara , s. 37

31 İNAN A. , (1995) “Tarihte ve Bugün Şamanizm” , Ankara , TTK yay. , s. 48




Türk Kültüründe YadaTaşı
Türk kültür tarihine baktığımızda, yada taşı diye bilinen taş vasıtası ile, bir nevi sihir yoluyla kar ve yağmur yağdırıldığının pek çok örneklerine rastlamaktayız.

 

 

Bu hususta Çin kaynaklarında olduğu gibi İslam kaynaklarında(Arap, Fars ve Osmanlı) da bilgi vardır. Arapça İslam kaynaklarında hacerü’l metar, Farsça kaynaklarda seng-i metar (yağmur taşı), seng-i ceda (ceda taşı) diye geçen taşa, muhtelif Türk lehçelerinden Yakutça’ da sata, Altaycada cata, Kıpçak grubu lehçelerinde cay adı verilir. (1)

Yağmur taşını, yat diye isimlendiren Kaşgarlı Mahmud,

“Bir türlü kamlık(kahinliktir). Belli başlı taşlarla (yada taşı ile) yapılır. Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgar estirilir. Bu, Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yaz idi; bu suretle kar yağdırılırdı ve Ulu Tanrı’nın izniyle yangın söndürüldü” (2) demektedir.

Kırgız Sözlüğü’nde de,

caytaş: Güya koyun işkembesinde bulunan ve yağmur yağdırma hassasına malik olan küçük taş” denilmektedir. (3)

Tarama Sözlüğü,

”yada taşı, eskiden usulüne göre kullanılınca yağmur yağdırdığına inanılan bir taş, yağmur taşı” derken, bir İngilizce sözlükte,

”yede, Cebrail tarafından Nuh Peygamber’e verildiği bilinen bir taştır. Yağmurun yağışına ve yağan yağmurun kontrolüne vesile olur” denilmektedir.

Yada taşı ile ilgili Çin kaynaklarından naklettiğine göre, Göktürkler‘in kurttan türeyişi ile ilgili efsanelerden birinde, Göktürkler’in atalarının kabile reisinin onyedi kardeşinin olduğu ve kurttan doğmuş olduğu ve diğerlerinden farklı olduğu belirtilmektedir. Tabiat üstü bir kudrete ve özelliklere sahip olan kardeşin yağmur yağması, rüzgarın esmesi hususunda emirler verebildiği belirtilir(4). Bu da onların ataları Hunlar dan geliyordu. Zira Hunlar düşmanlarına karşı yağmur dolu ve kar yağdırarak veya fırtına ve rüzgar çıkararak onları mağlup ediyor ve bunu yapabilen kahinlere sahip bulunabiliyorlardı. Onların V.asırda kuvvetlenen Cücen (Juan-juan) lerin bir istilasına karşı kendilerini bu sayede korudukları kaydedilmiştir. (5)

Altay-Türk masallarından olan Kara-atlı Masalı‘nın kahramanlarından Kara-atlı Han’ın oğlunun üstün kuvvet ve cesareti yanında, attığı nara ile dokuz karış kar yağdırdığı, her yandan rüzgar çıktığı zikredilir. (6)

Alplerin silahları arasında yada taşı vardır, isterlerse havayı istedikleri gibi değiştirebilirlerdi. Manas Destanı ‘na göre Alp Almanbet çok usta bir yadacı idi. Bozkır destanlarında yada geleneği çok önemli yer tutar.

Evliya Çelebi (1611-1682), Kafkasya yollarında seyahat ederken (1641), bir yerli büyücünün galip efsunlarla bulutları gökte toplayıp sağnak boşandırdığını bir ara anlatmıştır.

Şerefeddin Yaltkaya, İslam öncesi cahiliyet devri Arapları arasında da  istediği zaman yağmur yağdırabilen kimseler bulunduğunu, bunlardan birinin de meşhur Arap şairi Mütenebbi olduğunu kaydetmekte; İslam kaynakların da da yağmur yağdırma ile ilgili deliller hatta yağmur yağdırma namazı (salatü’l-istiska) diye bir namaz olduğunu, fıkıh kitaplarında bununla ilgili bahisler olduğunu bildirmektedir. Nuh Peygamber ile kavmi arasındaki konuşmadan bahseden Yaltkaya, Kuran-ı Kerim den Nuh Suresi’nin 10-11. ayetlerini yağmur yağdırabileceğine delil olarak göstermektedir. (7) Bu ayet şöyledir:

”Dedim ki : Rabbimizden bağışlanma dileyin; çünkü O bağışlayandır. Gökten üzerimize yağmur gönderir’.’

Gökalp ‘in değerlendirmesine göre, İslamiyet öncesi devre ait Türk destanlarından olan Böğü Tekin efsanesi, bu taşın gökten inen altın ışıktan meydana geldiğini gösteriyor. Bu efsaneye göre, olan Kutlu Dağ’ı vücuda getirmiştir. Kutlu Dağ, yeşim taşından bir kayadır ki, Türkler in elinde bulundukça Türk hakanlığı dünyaya hakim kalmış, Yulun Tekin zamanında Çinliler, bu gafil hükümdarı aldatarak Türklerin bu kıymetli tılsımını elinden almışlarıdır. Bunun akabinde Türkler’in büyük göçü meydana gelerek Türkler her tarafa dağılmış ve bu sırada Uygurlar da Beşbalık ülkesine kadar gitmişlerdir. Bu rivayet yada taşının eski Türk hayatındaki ehemmiyetini gösteriyor. (8)

Kırgız-Kazaklar ın Er Gökçe destanı na göre, Altın Ordu nun meşhur kahramanı Er Kosay, çölde susuzluktan sıkıntıya düşen ordusunu bu sıkıntıdan kurtarmak için, cay taşını atının ciğerinden çekip çıkarmıştır. Kırgızlara göre cada (cay) taşı koyun karnında bulunur. Bu taşla yazın kar yağdırmak mümkündür. (9)


Yada
Taşının Menşei


Yada taşının menşei hakkında çoğu efsanevi nitelikte olan muhtelif rivayetler vardır. Bu rivayetler ışığında söylenebilecek şey, Seroşevski nin ifadesini tekrarlamaktan ibaret olsa gerekir:

”Türkler nazarında mukaddes tanınan herhangi bir taşın, yada mahiyetine alınabileceği anlaşılmaktadır.” (10)

Yada taşının rengi ve şekli konusunda başka rivayetlerde bulunur. Yakutlarca bilinen ve sata denilen yağmur taşının, çok küçük bir insan başı şeklinde olduğudur. Canlı olduğu iddia edilen sata nın evde tutulamayacağı, hangi hayvandan meydana gelmişse onun yapağası içine sarılarak, bir delik içinde dikkatle gizlemek gerektiği, sata nın öldükten sonra artık başka taşlardan hiçbir farkının kalmayacağı ilave edilmektedir. (15) Sata taşı canlı bir insan kafasına benzer. Yüzü gözü kulağı, ağzı çok açık görülür. Kadın veya bir yabancı eli ona dokunduğunda, kuvvetini kaybeder. (11)

Fuat Köprülü, Mahmut b. Mansur un eserine dayanarak, yağmur taşı için,

”Kolayca ufalanabilir, büyük bir kuş yumurtası kadar olup 3 türlüdür: Kırmızı beneklerle dolu beyaz toz renginde, beyaz temiz ve koyu kırmızı, yahut muhtelif renklerde. Şekli hakkında muhtelif fikirler vardır” demektedir. (12)

Yada taşı ile nasıl yağmur yağdırıldığı hususunda da çeşitli rivayetler vardır. Bazılarının bu taşı yüksekten alçağa doğru akan suyun içine konulduğunu, bazıları da bunun kullanılışını yalnız Türkler’in bildiğini, bunu kimseye söylemeyip sır tutuklarını, kimseye öğretmediklerini söylüyor. (13)

Türkler ve Moğollar, tabiatın hassas dengelerini korumak konusunda son derece dikkatli davranmışlardır. Özellikle av ve süngü törenleri dolayısıyla tabiatın dengesini bozmamak için dikkatli davranırdı. Yat törenlerini bilhassa kışın yapmamak gerekir. Çünkü bu işlem bitki ve hayvanlara zarar verir. Yazın ona sık sık başvurmamak lazımdır, zira pek çok kurt ve böceğin ortaya çıkmasına sebep olur. (14)

Yadacıların durumuna ise: yadacılığı meslek edinmiş kimselerin hepsi yoksul kimselerdir. (15) Yadacıların yada yapışlarında çoluk çocuklardan birinin ölmesi veya elindeki malını yitirmesi veya hayvanlarının çalınması gibi bir felakete uğradıkları kendilerinden duyulmuştur. Hükümdarlar yadacıların kayıplarını her defasında tazmin etmeye çalışmıştır.

Yadacılığın her ne kadar İslamdan sonra yapıldığına rastlansa da, bu adetin unutulmasında Türkler’in İslamiyete girmiş olmalarının rolü olsa gerekir. Kaynaklardan da ifade edildiği gibi, yadacıların yada esnasında söyledikleri sözlerin bir Müslüman için küfre götürücü nitelikte olması. Allahın taktiri kabul edilen rüzgarın esmesi, yağmurun yağması gibi tabii olaylara müdahaleyi İslam inancı ile bağdaşır bulmamaları. Son olarak da yadacıların her yada yapışına müteakip mutlak suretle bir zarara maruz kalmalarına dair olan yaygın kanaat dolayısı ile yadanın zamanla unutulmasında amil rol oynamış olmalı.

Hıristiyan ve Moğollaşmakta olan bir Türk kavmi Naymanlar da muharebelerde yadacıları kullanıyorlardı. Nitekim Buyruk Han da, bir defasında Cengiz Han a karşı, 1202 yılında bir muharebede bu vasıtaya başvurmuştur. Bu hususa Yakup el-Hamavi’nin eserinde Ahmet es-Samani; bir sene 20000 askeri ile Türkler in üzerine sefer yaptığını Türkler den 60.000 silahlı askerle karşılaştığını günlerce çarpıştığını anlatır. Türk memluklardan ve diğer askerlerden bir grubun etrafına toplanıp ona yadacıların savaş esnasında büyü yapacaklarını askerlerinin üzerine mahvedici bir dolu yağdıracağını söyler. Ahmet es-Samani :

”Küfür henüz kalbinizden çıkmamış. Bunu bir insan yapabilir mi? deyip askerleri azarladım. Ertesi gün kuşluk vakti korkunç seslerle dehşete düştüm, askerlerimin tepesinde kara bir bulut vardı askerler ne yapacaklarını şaşırmışlar başlarına gelecek felaketi bekliyorlardı. Bunda bir fitne olduğunu anladım atımdan inip iki rekat namaz kıldım yüzümü toprağa sürüp Allaha yalvardım. Ey Allahım bu bulut bizim üzerimize yağarsa Müslümanlar zayıflar, müşrikler kuvvetlenir. Kuvvet ve Kudretinle onun şerrini bizden uzaklaştır. Ey azamet, kuvvet ve kudret sahibi dedim. Hayrın ancak Allah’tan geldiğini, kötülüğü ondan başkasının savamayacağını biliyordum. Ben bu haldeyken memluklar ve diğer askerler gelerek selamete erdiklerini müjdelediler. Kolumdan kaldırdılar .Ey emir bak dediler. Başımı kaldırdım bulutlar askerlerimin üzerinden Türk askerinin üzerine gitmiş dolular hayvanlarını ürkütmüş, çadırlarını yıkmıştı. Dolu taneleri kimin üzerine düşse onu takatsiz kılıyor veya öldürüyordu. Adamlarım Onların üzerine hamle yapalım mı? dediler. Ben hayır Allah’ın azabı daha dehşetli ve acı dedim. İçlerinden pek azı kurtulabildi. Karargahlarını olduğu gibi bırakıp kaçtılar…”


Osmanlı Rus Savaşları ve ”Yada Taşı”




Türklerin yada taşı ile yağmur yağdırdıklarına dair başka kaynaklarda da bilgiler mevcuttur. Ancak esasen bizim burada arzuladığımız şey, bu usülün 18.yy sonu Osmanlı Rus Savaşlarında kullanılmış olmasını ortaya koymaktır.

Yada taşı nın savaşlarda silah olarak kullanılışının son örneğini 18.yy ın son yarısına rastlayan 1768-1774 Osmanlı Rus savaşlarında görüyoruz. Kaynakların ifadesine göre 1768-1774 savaşında Osmanlı Ordusunun uğradığı ilk büyük hezimet bu sebeptendir. Rus ordusunun dörtte birini oluşturan gayrimüslim Kalmuk Türkleri tarafından, Müslüman Osmanlı Türklerine karşı silahın kullanılması sonucu perişan olan Osmanlı Ordusu, pek büyük kayıplar vermiş ve Karadeniz’in kuzeyindeki bütün toprakları terk ederek, Tuna Nehri nin beri yakasına kadar çekilmek zorunda kalmıştır.

Rusya nın Lehistan ın iç işlerine müdahalesi sonucu başlayan 1768-1774 Osmanlı Rus Harbi nin, Hotin Muharebeleri sırasında, Hotin de bulunan Mustafa Kesbi nin anlattığına göre Hotin Kalesine yürüyen Rus ordusu, Kaminiçe önlerinde ordugah kurmuştur. Tuna Nehri nin karşı kıyısındaki İzvançe Sahrası’na hayvanları için ot toplamaya giden Hotin Kalesi muhafızları, pek çok defa Rus katarına süvarilerinin saldırılarına hedef olmuştur. Ot toplamakla meşgul olan muhafızlar, Ruslar tarafından saldırıya uğrar, esir edilerek götürülmek istenirdi. Durumu kaleden izlemekte olan Hotin muhafızları duruma müdahale edip Rusları takip eder ve zaman zaman küçük çaplı muharebeler meydana gelirdi. Her muharebe  sonrası dönüşte, piyade ve süvari muhafızlar, şiddetli yağmura tutulurlar, nehir o derece taşardı ki, piyadelerin geçişlerine fırsat tanınmadığı için, süvariler onların atlarının terkine alarak Hotin kıyısına geçmek zorunda kalırlardı. Fakat yinede bu geçişler sırasında pek çok asker suda boğularak hayatını kaybetmekte ve ciddi zayiatlar vermekteydi. Kale muhafızlarını her cenk dönüşünde karşılayan bu yağmurun sihir ve efsun ile meydana geldiğini, Hotin kalesinde bulunan ehli vukuf Lipkalar (18) ve Hotin yamakları haber vermişlerdir.

Defalarca tekrarlanan bu hadiseden başka diğer hadisede, Serdar-ı Ekrem in geçerek Ruslar üzerine hücum etmek istediği sırada meydana gelmiştir. 1768 Seferi ne ordunun başında vezir-i ekrem sıfatı ile çıkan yağlıkçızade  Mehmet Emin Paşa nın gevşekliği ve tedbirsizliği dolayısıyla azli üzerine, bu makama getirilen Moldovancı Ali Paşa, seleflerinin durumuna düşmemek için, Hotin karşısında, Tuna Nehri nin öte yakasında bekleyen Galiç’in kumandasındaki Rus kuvvetleri üzerine yürümek ve Rusların Hotin üzerinde oluşturdukları tehtidi ortadan kaldırmak istedi. Nehir üzerine inşa edilen köprüden karşıya geçildi(9 Eylül 1769). (17) Serdar ı Ekrem Ali Paşa’nın ordusu Rus kuvvetleri üzerine hücum etmek üzere nehrin karşı tarafında bulunduğu sırada, gittikçe ziyadeleşen şiddetli bir yağmur başladı. Etrafındaki dağ, vadi ve derelerden katılan yağmur suları ile nehir iyice coşup kabardı ve taştı. Kurulmuş olan köprü de kırıldı ve çöktü. Köprünün çöküşüne, nehrin akıntısından ziyade, nehrin yukarı mecraında bulunan Rus askerleri tarafından nehre bırakılan büyük ağaçlar sebep olmuştur. Köprünün yıkılması ile geri dönüş imkansız hale geldi. Muhabereye tutuşulması halinde yağmurun şiddetinden top ve tüfek atışlarının mümkün olmayacağını anlayan askerin moral gücü kırıldı ve adeta hayatlardan ümitleri kesildi. Bu durumu yakından gören Rus kuvvetleri hücuma geçtiler. Bu şartlar altında karşı koymaya mecali kalmamış olan Osmanlı askeri, piyadesiyle, süvarisiyle; top, cephane, çadır, çerge, bütün ağırlıkları bırakarak panik içinde kaçmaya başladı. Köprü başına gelip köprünün yerinde olmadığını gören asker birbiri ardınca nehire atladı. Nehre atlayanlardan ancak onda biri karşıya ulaşabildi, diğerleri boğuldu. Yağmurun ardından kar yağmaya başladı. Bu harekata katılan Osmanlı kuvvetlerinden üçte biri kurtulurken üçte biri esir, üçte biride hayatını kaybetti. Nuh tufanına muadil gösterilen yağmur ve kardan Rus kuvvetlerinin etkilenmeyip hemen hücuma geçmeleri de göstermektedir ki, bu yağmur hadisesi de öncekiler gibi, Rus ordusu içinde var oldukları bilinen Kalmuklar tarafından vücuda getirilmiştir. (18)

Bu hezimetten sonra Hotin’i müdafa ümidini kaybeden Serdar-ı Ekrem, kale kapılarını çekip mühürleyerek İsakçı’ya kadar çekilmişlerdir. Geride kalan bütün silah, cephane ve sair ağırlıklar Ruslar’ın eline geçmiştir. Bu esnada Hotin kalesine zahire azlığı ve surların yer yer tahrip olmuş olmasına rağmen beşyüz kadar top ve bol miktarda cephane bulunuyordu. (19)

1768 Seferi nin ikinci yılında 1 Ağustos 1770 de meydana gelen Kartal Bozgunundaki zayiatın büyüklüğünün de, Hotindeki köprü vakasında olduğu gibi, yağan şiddetli yağmur sonucu, Tuna nehrinin taşıp üzerindeki köprünün yıkılmasına bağlanır. Kartaldaki Osmanlı ordusunun Serdar ı Ekrem İvazzade Halil Paşa kumandasında, 50.000 kişilik Tatar kuvveti ile birlikte 180.000 kadardır. Ramanzof kumandasındaki Rus ordusu 30.000 kişiden ibarettir. Türk ve Tatar kuvvetleri arasında Petro nun Prutta düştüğü duruma düşen Romanzof, ani bir hücumla kendini kurtarmaya karar vermiştir. Zira karşısındaki ordu Prutta ki Baltacı’nın ordusundan bin kat daha kötü ve düzensizdir. Romanzof un hücümuna dayanamayan talim ve terbiyeden mahrum Osmanlı Ordusu büyük bir bozguna uğramıştır. Serdar ı Ekrem Halil paşa nın muharebe öncesi, 1770 Haziran ayı ortalarında padişaha gönderdiği arzda, Tuna Nehri’nin azgınlığının geçmişte benzeri görülmemiş olduğunu beyan etmiştir.

Rusların yağmur yağdırma tekniğini, aralarında bulunan Türkler vasıtasıyla uyguladıkları şüphesizdir. İsveç elçisinin 1736 yılında, Osmanlı hükümetine sunduğu, Rus ordusunun 1718 yılındaki durumu ile ilgili verdiği rapora bakıldığında, Rus ordusu içinde yer alan Kalmuk askerinin, sayı itibariyle ciddi bir yekün tutuğu görülmektedir. Bu rapora göre, çarlık muhafız kuvvetleri dahil, toplam 372.922 kişiden meydana gelen Rus ordusunda 104.000 kişilik Kalmuk askeri bulunuyordu. Diğer taraftan, Rusların içinde bulunan Türk asıllı topluluklar Kalmuklar dan ibaret olmayıp, bugün Rus olarak bilinen 500 den fazla sülalenin Türk asıllı olduğu ispatlanmıştır. (20)

18.yy da Rusya nın büyüme arzusu ile hız kazanan Osmanlı-Rus savaşların da, bunlara benzer başka sel ve köprü felaketlerine rastlamak mümkündür. Bu hadiselerin ardından da aynı usül ve teknik ile yağdırılan yağmurların olabileceğini gözardı etmemek gerektiği kanaatindeyim. Mesela aynı usül ile yağmur yağdırıldığına dair kaynaklarda bir bilgi bulunmamakla birlikte, aynı savaşlar esnasında Sadaret’in sunduğu arzlardan birinde ”Prut Nehri dahi Han Tepesi tarafından sahraya taşıp, geçit olan bir iki mahalle Moskovlu kafiri top ve piyadeler vaz etmekte…”(21) ifadesinden, benzer bir tertibin varlığı hissedilmektedir. Hatta yukarı da sunduğumuz, Serdar-ı Ekrem Halil Paşa nın Tuna Nehri’nin böyle bir tuğyanının ancak 59 yıl önce Baltacı Mehmet Paşa nın Prut Seferi sırasında görüldüğüne dair raporu, Baltacı nın da yine Ruslar tarafından aynı usül ile yağdırılan yağmur felaketine uğratılmak istenmiş olabileceğini akla getirmektedir.

 

Yrd. Doç Dr. Ahmet ÖĞRETEN


Dipnotlar:

1.Abdulkadir İnanTarihte ve Bugün Şamanizm,Ankara 1995.S160-161
2Kaşkarlı Mahmut,Divan-ı Türk,III,Tercüme:Besim Altay,Ankara,1992,s.3
3.K.K.Yudahin,Kırgız Sölüğü,II.,Ankara 1994,s.715
4.O.Turan,a.g.e,s.127
5.Şerafettin Yaltkaya,”Yat yahut Yağmur Taşı”,Gündüz Dergisi,Cilt 1,Sayı 3,15 Haziran 1936,s.67-68
6.Celal Yıldırım,Kur’an-ı Kerim ve Tefsiri,Tercüman yayını,s.571-572
7.Z.Gökalp,Eski Türkler’de Din,s403
8.A.İnan,Şamanizm,s.164
9.Z.Gökalp,Eski Türkler de Din,s.403
10.A.İ.nan,Şamanizm,s.163
11.Köprülüzade,ag.mak,s.9,Dipnot 1,F.Sümer,a.g.mak.s.2538
12.Köprülüzade,a.g.mak,s.9,not 1,H.Tanyu,age.64
13.J.P.Roux,a.g.e,s.69-70
14.A.İ.nan,Şamanizm,s.163
15.O.Turan,a.g.e,s.67
16.R.Şeşen,a.g.e,s. 137-138;O.Turan,a.g.e,s.128
17.Lİpkalar,çeşitli sebeplerle Lehistan topraklarına gelip yerleşen Müslüman Türkler den bir zümre için kullanılan bir tabirdir.Ne zaman gelip yerleştikteri kesin olarak bilinmemekle birlikte,Altınordu ülkesinde Kultuk Timur-Toktamış arasında meydana gelen taht mücadeleleri zamanına kadar dayandığı anlaşılmaktadır.
18.İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi,TY. Nr 5945,v.93b
19.Kesbi,a.g.e, Millet Kütüphanesi,Nr,484,v58b
20.A.H.Hlikov,Rus Tanınan 500 Bulgar-Tatar Türk asıllı Sülale,Türkçe ye çeviten:Mustafa Öner,İstanbul 1995.

yenidenergenekon.com



YADA TAŞI İNANCI ve YADA TAŞI'NIN KAYNAĞI

efsanelere göre Türkler'in elinde bulunan kutsal bir taştır. Bu taşı Türkler'e Tanrı vermiştir. Türkler bu taşı kullanarak yağmur kar dol yağdırabililer yel estirebilirler kasırga çıkarabilirler. Yada Taşı Türk efsanelerine geniş bir etki yapmış Eski Türk kültüründe önemli bir yer edinmiş mitolojik bir motiftir. Mitolojik motifden de öte bir tür inançtır

Türkler arasında yağmur kar yağdırma ve rüzgar estirmeyle ilgili inanç ve etkinlikler çok eski çağlara özgü olup islami dönemde de devam etmiştir. İşin ilginç yanı bu konuyla ilgili yaşanmış örnekler tarih kayıtlarına geçmiş olaylar vardır

Türkler'in birçok kavmi egemenlikleri altına alıp çok geniş alanlara yayılmaları en eski dönemlerde bile ilgi çekmiş bu fatihlik özelliği yalnızca Türkler'in elinde bulunan Yada Taşı ile açıklanmıştır. Bu taşla Türkler'in istediklerinde yağmur kar yağdırdıklarına yel estirdiklerine inanılmıştır. Bu büyülü taş Tanrı tarafından Türkler'in atasına istediğinde yukarıda değinilen doğa olaylarını gerçekleştirebilmesi için armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk kamlarının (din adamları) büyük Türk komutanlarının elinde bulunmuştur. Türkler bazan bu taşı elden çıkarmışlar (örnek olarak destanlarımızdan ''Kutlu Dağ'' destanında bu konuya değinilir) ve o zaman yıkıma kıtlığa darlığa uğramışlar devletleri kötü durumlara düşmüştür.

Türkler'in Yada Taşı yalnızca Türk kültüründe değil yabancı kaynaklarda da yankısını bulmuştur. İslam yazarlarına göre Nuh Peygamber Türkistan'ı oğlu Yafes'e verdiğinde (islam düşüncesine göre Türkler Nuh Peygamber'in oğlu Yafes'ten inerler) Yafes babasına ''Ben bu kurak ülkede ne yaparım ?'' diye sorar. Nuh Peygamber de oğlu Yafes'e üzerinde ism-i azam yazılı olan Yada Taşı'nı verir ve bu taşla Tanrı'ya yakararak yağmur yağdırmasını söyler. Rivayete göre Yada Taşı'nın Oguz Türkleri'nin elinde olmasından dolayı Oguz Türkleri ile Karluk Hazar ve öteki Türk boyları arasında taşa sahip olmak için bir mücadele vardı.

Türkler'in atasına Tanrı'nın yağmur kar yağdırma rüzgar estirme yeteneği verdiği rivayeti Çin İslam ve Hıristiyan kaynaklarında sık sık anılmıştır. Çin kaynaklarına göre Kök Türkler'den önce Türk kaganı olan Apangu'nun kardeşi doğa üstü güçlere hükmediyor istediğinde yel estirip yağmur ve kar yağdırabiliyordu. Bu da onlara ataları olan Hun Türkleri'nden gelmekteydi. Çünkü Hun Türkleri de düşmanlarına karşı kar dolu yağmur yağdırarak fırtına ve yel çıkararak üstünlük sağlıyorlardı. Çin'de hüküm sürmüş olan Chou hanedanının resmi tarihi Kök Türkler hakkında bilgi verirken Yada Taşı ve yağmur yağdırma olayına şöyle değinir:

''... Gök-Türkler'in ataları Hunlar'ın kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkmışlardır. Onların boy başkanlarına A-pang-pu denilirdi. Onun 17 kardeşi vardı. Büyük kardeşlerinden birinin adı İ-ci-ni-su-tu idi. Bu çocuk kurttan doğmuştur....Doğaüstü bir kudreti ve özellikleri olan İ-ci-ni-su-tu yağmur yağması ve rüzgar esmesi için buyruklar verebilirdi...'' Buradaki İ-ci-ni-su-tu Yada Taşı'nı kullanabilen kutsal bir atadır.

Tarih kaynaklarında Türkler'in 5.yy.da bir Cücen saldırısına karşı kendilerini Yada Taşı ile korudukları bilgisi vardır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre Yada Taşı hem kuraklığa hem de düşmana karşı kullanılıyordu.

Yada Taşı'nın bulunuşu ile ilgili olarak Prof.Abdulkadir Karahan'ın naklettiği bir Türk efsanesi şöyle der:

''...Yada Taşı doğudaki bölgelerden bulunularak getirilmiştir. Zamanın birinde Türk hakanlarından birisinin oğlu ile arası açılmıştı. Hakanın oğlu adamlarını topladı ve başını alıp doğuya gitti. Orada hüküm sürmeğe başladı. Birgün tarlalarda gezerken bir taş buldu. Bu büyülü bir taştı. Onunla yağmur yağdırmayı başardı. İşte o günden beri Türkler bu taşla (Yada Taşı) yağmur yağdırırlar yel çıkarırlar...''

Türkler'in Yada Taşı'nı kullanmaları üzerine kaynaklarda zengin kayıtlar vardır. Muhammed bin Hüseyin ''Al-Tusi'' adlı yapıtında şunları söyler: ''Türkler arasında türlü renk ve cinsleri olan Yat Taşı (=Yada Taşı) vardır ki onun madeni Hıtay ve Tavgaç Dağları'ndan çıkar. Bu taş aracılığı ile yağmur kar dolu çekilir. Türkler bu sanatı bilip uygulayanlara ''Yatçı'' derler. Bu işte yetenekli olanlar köyün bir yanına yağmur ve kar getirdiklerinde köyün öbür yanında Güneş açar. Türkler bu taşı yanlarında taşırlar ve bu taş sayesinde düşmanlarına üstünlük sağlarlar. Türkistan'da bir tepeden çıkan bu taşları kentlere götürürler suya asar ve yağmur yağdırırlar.''

Fahreddin Mübarekşah Türkistan'ın taşları arasında çeşitli Yada Taşları ve Yada Taşları'nın yağmur yağdırma özelliği konusunda bilgiler vermiştir. Fahreddin Mübarekşah yazmış olduğu Tarih'inde Kimek Türkleri'nin ülkelerinde bulunan Yada Taşları ile yağmur yağdırdıklarını bahseder. Anlattığına göre Karluk Türkleri'nin yurdu ile Huttalan arasında bulunan bir boğazdan geçerken yağmur ve kar yağmağa başlarmış. Marco Polo Türkler'le karışan Keşmir'de de Yada Taşı ve yağmur yağdırma sanatının bulunduğunu yazar.

Eski ve Orta Çağ'lar boyunca Türkler'in yağmur kar yağdırma yel estirme geleneği üzerine Türk Çin İran Arap ve Avrupa yazarları pek çok bilgiler vermiştir ki ünlü Arap gezgini İbn-i Haldun da bunlar arasındadır. Bu taşa Yay Yat Yada Cada ve bu taşla yağmur-kar yağdırıp rüzgar çıkaran kimselere de Yaycı Yatçı Yadacı Cadacı adı verilirdi. Moğol döneminde Farsça'da kullanılan ''yadamışî'' ve ''cadamışı kerden'' deyimleri Yada Taşı ile yağmur yağdırmak anlamına geliyordu. Kaşgarlı Mahmud'un kitabında Uygur Türkçesi ile yazılmış eserlerde Farsça sözlüklerde Yada Taşı ile ilgili deyişlere rastlanır.

Büyük Türk şairi Ali Şir Nevai Favaid-ül Kibar adlı yapıtında Yada Taşı'ndan şöyle bahseder

Yada taşıga kan teygeç yagın yagkandek ey sâki !
Yagar yagmurdek eşkim çün bolur serab alud.


Bugün 44 ziyaretçi (55 klik) kişi burdaydı!
*Sirius-b *MS *Pardus Semerkand TV

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol