semerşah

 
Oğuz Kağan Destanı - Avşarlar

  Ana Sayfa
  Alp Oğuz
  Oğuz Kağan Bibliyografyası
  OĞUZ DESTANININ ÖZELLİKLERİ
  Oğuz Kağanın Duası
  Göktürklerden Günümüze Türk Halk İnançlarında Kurt
  Mete Destanı
  İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Kadının Yeri ve Önemi Nedir ?
  İNTERNETTEKİ TÜRKOLOJİ DÜNYASI
  Balık
  Eski Türklerde Damga
  Kitaplar
  Mete , Vikipedi
  Oğuz Kağan Destanı, Vikipedi
  Oğuz Kağan biyografi.net
  Oğuz Kağan'ın başkenti Antakya
  Türk Boyları 24 Boy
  Mavi Kelebeğin İzinde
  Yada Taşı, yadacı
  Ziyaretçi defteri
  İt Barak
  Oğuz Kağan Destanı
  TÜRK DESTANINI NAZIMA ÇEKMEK TEŞEBBÜSLERİ
  İSLÂMİYETTEN ÖNCE TÜRK DESTANI
  Bozkurt
  Oğuz Kağan incelemeleri
  Tokuz (Dokuz) Oğuz Destanı
  Türk Kültüründe Renkler
  NEVRÛZ VE TÜRK KÜLTÜRÜNDE RENKLER
  Türklerde Kalançı Çak (Kıyamet Günü)
  Türk Mitolojisi ve Antik Astronotlar
  Türk Mitolojisinde Dağlar
  Avşarlar
  Türk Mitolojisinde Yer ve Yeraltı
  Turkish Mythohlgy
  Güneş, Ay ve Yıldızlar
  ALANGOVA (ALAN-HOA)
  Göğün Direği
  Gizlenen Türk Mitolojisi
  Türk Mitolojisi'nde Kurban
  Göktürk Yazıtları’nda İsim ve Unvan Söyleme Geleneği
  Türklükte "Şadapıt" Ünvanı
  KOZMOLOJİK BİR KAĞAN
  Oğuz Kağan, Zülkarneyn, Hz. İbrahim
  ARÂİSU’L-KUR’AN’DA TÜRKLER
  KURAN-I KERİM ZU’LKARNEYN VE OĞUZ HAN’IN TARİHİ
  Türklere Peygamber Gönderildi mi
  ZÜLKARNEYN OĞUZ HAN

Avşarlar (Afşarlar)

 

Afşar boyu Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmud'a göre Divân-ı Lügati't-Türk'deki yirmi iki Oğuz bölüğünden Altıncısı; "Afşar"lardır. Belgeleri şudur :  Avşar damgası    diye tanımladığı bir Oğuz boyudur. Bu boyların Bozoklar kolundan (sağ kolundan) Oğuz Kağan'ın oğlu Yıldız Han'ın dört oğlundan en büyüğü olan Afşar'ın soyundan gelir.

 

 

Afşar Boyunun Tarihi

Afşarlar, Orta Asyada iken, Dede Korkut destanlarında Oğuzeli diye geçen Sir-Derya bölgesinde yaşamışlardı. Büyük göç ile birlikte Huzistan, Horasan yoluyla, bir grup da Irak, Suriye yoluyla Anadolu'ya gelmişler, bu arada İran, Irak Suriye, Afganistan ve Azerbaycan'a da yayılmışlardır. Afşarlar, Oğuz'un öteki torunları Kınıklar ve Kayılar gibi devlet kurmuş, büyük hükümdarlar ve sülaleler yetiştirmişlerdir. Karamanoğulları, Akkoyunlular, Aksungurlular, Özeroğulları, Sırkıntıoğulları, Karsantıoğulları, Küçük Ali Oğulları ve Kozanoğulları gibi, Afşarlardan kurulu, ya da onların güçlü desteği ile yaşamış sülaleler de bulunmaktadır.

 

İslamiyet'in kabulü ile birlikte özellikle Gazneli Mahmut zamanında Oğuzlar'a Türkmen denmeye başlanmıştır. Türkmen, müslüman olan göçebe Oğuzlar'ın ikinci adıdır.

Malazgirt Savaşı'ndan sonra, Anadolu’ya Türkmenlerle beraber göç eden Afşarlar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin uç bölgelerine yerleştirilmişlerdi. Genel olarak, Anadolu’da yerleşim yerleri arasında Afşar adı, Kayılardan sonra ikinci sırada gelmektedir. Bu yer adları, Afşarların, Anadolu coğrafyasının fetih ve iskanında Kayılar ve Kınıklar gibi birinci derecede rol oynadıklarını göstermektedir.

 

Afşarlar Türk tarihinin farklı aşamalarında kendilerinden söz ettirmişlerdir. Bu aşamalar aşağıdaki maddelerde toplanabilir.

 

Büyük Selçuklu Devleti'nin bölünerek zayıflamasından sonra, 12. yüzyılın ilk yarısında bir süre bağımsız, bir süre de Irak Selçuklularına bağlı şekilde sürdürdükleri beylik.

Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan önce, diğer Oğuz boyları ile beraber Afşarlar da Kıpçak Çölünde yaşarlardı. 1135-1136 yıllarında, reisleri Arslanoğlu Yakup Bey kumandasında güneye inerek Huzistan’a yerleştiler. Yakup Bey’den sonra Afşarların başına Küşdoğanoğlu Aydoğdu geçti. Şumla lakabıyla anılan bu bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak, Huzistan’da Selçuklu hakimiyetine son verdi ise de, 1159’da Irak Selçuklu Devleti sultanı Melikşah gelerek tekrar Huzistan’a hakim oldu. Bu devrede, Şumla da Melikşah’ın hizmetine girdi. 1194 yılında, Abbasi halifesi En-Nasır li-Dinillah, veziri İbn-ül-Kassab kumandasında Huzistan bölgesine bir ordu gönderdi. İbn-ül-Kassab, Huzistan’ın başşehri Tuster’i ve birçok kaleleri zaptettikten sonra, Şumla’nın ailesini ve çocuklarını toplayıp Bağdat’a götürdü. Böylece Huzistan’daki, Afşar Şumla ve oğullarının hakimiyeti sona erip, ülke, halifenin topraklarına katıldı.

 

Çeşitli kaynaklar, Karamanoğulları Beyliğini kuran ailenin, Afşar boyuna mensup olduğu belirtmektedir.

 

Germiyanoğulları Beyliği Afşar boyundandır.

İran tarihi ve dolaylı şekilde de Osmanlı tarihi üzerinde önemli rol oynayan Afşarlar ise Anadolu’ya 13. yüzyılda göç edenlerdir.

Değişik aşiretlerden oluşan Koçgiri´nin de aslen Sis Afşarlardan olduğu tespit edilmiştir.

Bu ikinci göç hareketi sırasında Anadolu’ya gelen Afşarların bir bölümü, daha sonra Akkoyunlu Devleti'nin kuzeybatı İran’ı ele geçirmesi üzerine, Mansur Bey önderliğinde İran’a giderek Huzistan’a yerleşmiştir. Anadolu’da kalanlar ise; daha çok Malatya ve Doğu Anadolu’da bulunuyorlardı.

 

Kalanlardan büyük bir bölümü, Osmanlı Devleti ile Anadolu Türklüğü arasında büyük bir mücadeleye ve Türklerin Anadolu'dan kısmi bir tersine göç hareketine sahne olan ve 16. yüzyılın başlarında yine İran’a göçerek Urmiye’den Herat’a kadar olan geniş bir bölgede yerleşmişlerdir. Safevi hükümdarı I. Şah İsmail bu Afşarları özellikle Horasan sınırını korumakla görevlendirmiştir. Daha sonra, 1736'da Nadir Şah bu Afşar boyları ile Afşarlar hanedanını kurmuştur.

 

İran Afşarları; Mansur Bey Afşarları, İmanlu Afşarları, Alplu Afşarları, Usalu Afşarları, Eberlu Afşarları olmak üzere, başlıca beş büyük obaya ayrılmaktaydı.

Safeviler'in zayıfladığı bir dönemde, Afşarların lideri Nadir; Afşar, Celayir ve diğer Türkmenleri etrafında toplamış ve Şah II. Tahmasp’ın hizmetine girmiştir. İran topraklarından Afganları çıkarınca, nüfuzu artmış, II. Tahmasp’ı tahttan indirerek yerine III. Abbas’ı şah yapmiştır. Kendisini de saltanat vekilliğine getirmiştir. 1736’da da kendi şahlığını ilan etmiştir. 1737’de Hindistan seferine çıkarak Delhi’ye kadar ilerlemiştir. Bir suikasttan sonra, idareyi sertleştiren Nadir Şah, Afşar ve Kaçar Beyleri tarafından öldürülmüştür. Horasan’ı yöneten torunu Şahruh’un ölümünden sonra, İran'da Afşar egemenliği sona ermiştir.

İran Afşarları, günümüzde, Urmiye gölünün kuzey batısında Hemedan, Kirmanşah, Nişabur, Kerman’ın güneyinde dağınık halde yaşamaktadırlar.

Afşarlar, nihayet, 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda ve özellikle Anadolu'nun güney bölgelerinde Bozdoğan, Melemenci, Sırkıntı, Kırıntı, Karsantı, Cerit gibi Türkmen boylarıylaOsmanlı Devleti'nin iskan politikasına karşı Dadaloğlu tarafından ölümsüzleştirilmiş direnişleri ile de kendilerinden söz ettirmişlerdir.

 

Anadolu Afşarları'nı iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup, Selçuklular zamanından itibaren Anadolu'nun çeşitli illerine dağılmış, çok eskiden yerleşik hayata geçmiş olan gruptur. Germiyanoğlulları, Karamanoğulları gibi.

 

İkinci grup ise, 1865 yılına kadar, güney Anadolu'da göçebe hayat sürmekte iken, bu tarihten sonra yerleşik hayata geçen Afşarlardır.

 

Türklerin tarihi coğrafyası içinde pek çok yer bu ismi taşımaktadır. Ayrıca yaygın bir soyadı olarak günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde yerleşik olmalarına rağmen, bir kısmı, adetlerini halen devam ettirmektedirler. Bugün Kayseri’nin Sarız ve Pınarbaşı ilçelerine bağlı çok sayıda köy ile, Pınarbaşı'nın Pazarören beldesi ve bu belde çevresindeki köylerinden pek çoğu, Kayseri ilçesi ve Tomarza’nın Toklar beldesi çevresindeki köylerin yarıdan fazlasında Afşarlar yaşamaktadır. Sivas'ın Gürün ilçesi civarında da birçok Afşar bulunmaktadır. Örneğin Gürün'ün Sarıca köyünde Afşarların Reyhanlı kolunun devamı vardır (Tökler Sülalesi). Kahramanmaraş'ın ANDIRIN İlçesinde Afşarlar yaşamaktadırlar. Ayrıca Adana’ya bağlı Mağara ilçesi köylerinden Ayvad ve Ağdaşalanı köyleri de, Afşarlar tarafından iskân edildiği gibi, Çukurova’da mevcut bazı Afşar köylerinden başka, Kastamonu, Balıkesir, Bolu, Muğla, Denizli, Isparta ve Antalya, Çorum (Örn. Çorum ili Kargı ilçesi Avşar Köyü) Konya ili Taşkent ilçesi yörelerinde pek çok Avşar köy adına rastlanır. Balkanlarda da Afşar boyuna mensup insanlar vardır, fakat bu aileler, 17. ve 18.yüzyılda sürgün yoluyla buraya yerleştirildikleri için toplu halde yerleşmemişlerdir ve zamanla Balkanlardaki diğer Oğuz boylarının, özelliklede Çepnilerin arasına karışmışlardır. Bulgaristan'da Deliorman bölgesinde ve Makedonya,Kosova civarında dağınık şekilde yaşarlar.

 

Anadolu'daki en güçlü Türkmen aşireti olduğu ve Devlet yönetmiş sayılı aşiretlerden olduğu kayıtlarda yer alan Afşarlar (Avşarlar), İran Devletinin başına Safevilerden sonra geçen ikinci Anadolu kökenli Türk-Alevi-İslam Aşiretidir. Günümüzde Anadolu'nun doğusunda bazı Afşar aşireti mensupları 16. yy.'daki siyasi nedenlerden dolayı zamanla Kürt kimliğine bürünmüştür.Ve bu zamanla bir köken yanılgısına dönüşmüştür. Sonuçta Oğuz boylarından biri olan ve Anadolu'nun Türk-İslamlaştırılmasında büyük rol oynayan bu aşiret geniş bir bölgenin tarihinde belirleyici unsur olmuştur.

 
 

Oğuz Boyları

 

Bozoklar

Yıldız Han: Avşar • Beydilli • Karkın • Çorukluğ
Gün Han: Kayı • Alkaevli • Bayat • Karaevli
Ay Han: Yazgır • Pötürge • Töker • Yaprılı

Üçoklar
Gök Han: Bayındır • Çavuldur • Çepni • Peçenek
Dağ Han: Salur • Ala Yuntlu • Eymür • Yüreğir
Deniz Han: İğdir • Büğdüz • Yiva • Kınık
 
http://wikipedia.org





AVŞAR ADININ MANASI

 

Avşar boyunun adı Kaşgarlı Mahmut (XI. yy) ve Fahrettin Mübarek Şah (XIII yy) listelerinde Afşar; Reşidüddin (XIV. yy başı) ile ona dayanan Yazıcı-oğlu (XV. yy) ve Ebulgazi Bahadır Han (XVII. YY) listelerinde Avşar olarak geçer. Moğol istilasından önceki Vakayinamelerde de Avşar şeklinde rastlamak mümkündür. XIV ve XVII. Yy 'larda Anadolu'da her ikisi de gö-rülmekle beraber Avşar adı daha çok yaygındır ve telâffuz şekli zamanımız-da ülkenin her yerinde Afşar'ın yerini almıştır. Buna karşılık XVI. Yy 'dan beri İran kaynaklarında Afşar şeklinde yazılır ve halen de bu boya mensup oymak ve köylülerce Afşar olarak söylenir.
Kaşgarlı Mahmut kabile olarak diğer Oğuz boyları ile birlikte 6. sı-rada Afşar olarak bahseder. Reşidüddin'e göre Avşar, hükümdar çıkarmış 5 boydan (diğerleri Kayı, Yazır, Bey dili, Eymür. Bunlardan sadece Eymür Üç-Ok'lardandır) birisidir. Manası ise "çevik ve vahşi hayvan avına heves-li"dir. Yazıcı oğlu Ali'de "cüst-ü çalak ve ava, canavara ve kuşa hevesli" manasını vermektedir. Ebulgazi Bahadır Han'da manasını "işini ıldam (çabuk) işleyici" olarak verir.
Çağdaş bilginlerden Wambery ise Avşar adına bir yerde "toplayıcı" diğer bir yerde ise "zaptiye neferi, mübaşir" manasını vermektedir. G. Nemeth'de Avşar'ın "Avş" fiilinden geldiğini bunun da Kırım-Kazak Türk-çe'sinde "müsaade etmek ve itaat etmek" manasına geldiğini, dolayısıyla Afşar'ın "itaatli" manasında olduğunu söylemektedir. Zeki Velidi Togan'da Avşar'ın "Avcı + er" den geldiğini söylemekte, Tomaschek'in "avş=kam" demek olduğunu ve bunun mümkün olamayacağını belirtmektedir.
Ancak Avşar sözünde "ava hevesli" manasından başlarsak, kelime-nin kökünü "Av" sözünde aramak lazımdır. Buna göre av kökünden ( - ş - ar ) ekleri ile meydana gelmiş olması gerekir. Biz böylece Avşar'ın "av" isminden geldiğini kabul etmiş oluyoruz ki, söyleyiş ve anlama bu yönde-dir.
Bu açıdan bakınca Afşar ismine ilk defa M.Ö. 500'lü yıllarda rast-lanmaktadır. Artvin'in Hopa İlçesi'nin yerinde bulunan kasaba ve yakının-daki ırmak bu dönem yazarlarınca Absaros diye tanıtılmıştır. M.Ö. 508-500 yıllarında kitabını yazan Skylax buradaki kasaba ve ırmağı Apsaros, M.S. 79'da ölen Plinius Absarus, M.S. 131'de bölgeyi gezen Arrianos Apsaros diye tanıtır. Yunanca'da (c,ç,ş) sesleri olmadığından dolayı ve tekil belirten "os" son ekini çıkarınca bu kelimenin en eskiden Apşar diye söylenen Boz ok kolu Avşar olduğunu anlıyoruz.
Aynı yıllarda çevre yer isimleri arasında Karkın'et (Karkın boyu), Azgur (Yazgur=Yazır boyu), Tumanis (Tuman=Duman), Kalarç'et (Kalaç=Halaç boyu), Paçan'k (Peçenek boyu) gibi yer adlarının bulunması dikkat çekicidir.


Görüldüğü üzere Avşar adının manası hakkında çeşitli görüş ve a-çıklamalar var. Anadolu halk ağzında ise Avşar kelimesi değişik anlamlarda kullanılıyor.
Afşar : 1. Bir şeyin zıddı, aksi (Eskipazar - Çankırı). 2. Çabuk iş gören, çevik (Lice, Hani - Diyarbakır, Sivas, Ereğli, Ilgın, Haremi Yörükleri ve Aziziye - Konya).

Afşarı / Afşar : Bel bıçağı, kama, ucu sivri bıçak (Iğdır köyleri).

Afşarsız : Gelişigüzel (Bahçeli, Bor - Niğde).

Avşar : 1. Cuma günü (Çaltı-Gelendost - Isparta). 2. Bir Oğuz Bo-yu (Pınarbaşı - Kayseri; Kadirli, Kozan, Saimbeyli - Adana). 3. Süvari jan-darma (Bereketli, Tavas - Denizli, Artova, Dodurga, Zile, Çamlıbel ve köy-leri - Tokat, Çakırlar - Konya). 4. Hamarat, becerikli (Cebelibereket - Ada-na, Gavurdağı - Gaziantep). 5. Yular (Gemlik - Bursa). 6. Pekmezin piş-meden önce şiddetle kaynaması (Konya). 7. Tarhana yaparken pişirilen soğan, biber ve yoğurt karışımı (Eşme civarı - Uşak).

Avşara gelmemek : Memeli hayvanın sağımı güç olmak (Kars ve çevresi).

Avşarlan(dır)mak / Avşarlamak : Kızdırmak, işi büyütmek, hid-detlenmek (Elmalı - Antalya).

Avşar sağmak : Koyunu Avşar usulü sağmak (Kars ve çevresi).

Oyşar : İri hayvan memesi (İrişli-Bayburt, Selim ve Sarıkamış - Kars).

Oyşarramak : Hayvanı hızlı hızlı ara vermeden sağma (İrişli-Bayburt, Selim ve Sarıkamış - Kars).

Bunun yanında günümüzde Çuvaş Türkleri arasında "Yapşar" şeklinde bir kelime vardır ki; bu Avşar ile aynıdır. Başına bir "y" harfi eklendiği görülen kelimenin manası da "eli açık ve cömert"tir. Kazak Türkçe'sinde de Apsar kelimesi vardır ve anlamı "biraz delimsi,delice,atak"tır.

 

ONGUNU DAMGASI

Türklerin, bazı hayvanları ve yırtıcı kuşları kutsal sayarak, onları kendilerine sembol edinmeleri bir inanıştı. Oğuzlarda ise her dört boyun ortak bir yırtıcı kuş (doğan kuşunun türleri) sembolü vardı. Bunlara Ongun denirdi. Ancak Ongunların Moğol tesiriyle oluştuğunu anlıyoruz. Çünkü Kaşgarlı'da ongunlar yoktur ve ilk kez Reşideddin bunlardan bahseder. Avşar boyunun ongunu da (Bey-dili, Kızık, Karkın ile birlikte) Reşidüddin ve Yazıcıoğlu'na göre tavşancıl kuşu (kartala benzeyen fakat daha küçük ve kahve renkli bir kuş) , Ebulgazi Bahadır Han'a göre ise çure-laçin kuşu-dur.

Oğuz boylarının hepsinin aynı zamanda kendilerine has bir damga-ları vardır. Bu damgalar hayvanlara vurulmakta, halı ve kilim motifi olarak kullanılmakta, aşı boyası ile evlerin duvarlarına resmedilmekte, nazar değmemesi ve uğur getirmesi için bazı giyim eşyalarına konulmakta, hatta mezar taşlarına, abidelere, yapılara ve kayalara kazılmakta, devletlerin bastırdığı paralarda Boy'un belirtisi olarak kullanılmaktadır. Bu damgalar sayesinde yapıların, eserlerin hangi boy tarafından inşa edildiğini, kimi beylik ve devletlerin hangi boy tarafından kurulduğunu ve kimi ünlü ailele-rin hangi boya mensup olduğunu anlıyoruz ki tarih açısından çok büyük bir öneme sahiptir. Afşar Boyu damgasının ters çevrilmiş şekline benzeyen imler, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bereket sembolü olarak kullanılmakta, mezar taşlarına da işlenmektedir. Afşarların "kemgöz" için kullandıkları mezarlık imi ise, Altın-Orda payzasına benzemektedir.

Eski zamanlarda Oğuz boylarının toylarda yiyeceği koyun etinin kı-sımları da belli bir kaideye bağlanmıştır. Bu kısımlara sünük (kemik) denir. Ongunlar gibi her dört boyunda müşterek sünüğü vardır. Yıldız Han Oğulla-rı'nın (Afşar, Bey-dili, Karkın, Kızık) sünüğü de sağ umaca yani kalça (sağı-rı) kemiği kısmıdır.

Ebulgazi Bahadır Han şöyle anlatmaktadır. "Altın çadırın baş köşe-sinde Kün Han oturdu. Koyunun başını ve arkasını, kuyruk sokumunu ve bağrını önüne koydular. Her kim Hakan olursa payı bu olsun dediler. İç eşiğinde Irkıl Hoca oturdu, göğsünü pay verip vezirlerin payı bu olsun dedi-ler. Sağ kolda birinci çadırda Kün Han'ın büyük oğlu Kayı'yı oturttular, sağ aşıklı iliği pay verdiler, Bayat onu doğradı, Sorkı atlarını tuttu. İkinci çadır-da Alka-evli'yi oturttular, sağ kol iliğini pay verdiler, Kara-evli onu doğradı, Lala atlarını tuttu. Üçüncü çadırda Ay Han'ın büyük oğlu Yazır'ı oturttular, sağ yanbaşı pay verdiler, Yıpar onu doğradı, Kumı atlarını tuttu. Dördüncü çadırda Dodurga'yı oturttular, sağ uyluğu pay verdiler, Döğer onu doğradı, Murdaşuy atlarını tuttu. Beşinci çadırda Yulduz Han'ın büyük oğlu Avşar'ı oturttular. Sağ uyluğu pay olarak verdiler. Kızık onu doğradı, Torumçı atla-rını tuttu vd..."

Görüldüğü gibi Oğuz töresinde protokol bakımından Avşar önde ge-len boylardandır. 24 boy arasında hükümdar çıkarmış 5 boydan birisi olma-sı ve henüz İslam öncesi dönemlerde Oğuz rivayetlerinde Avşarlardan "El" (devlet kurma gücü) olarak bahsedilmesi onların Türk tarihindeki önemini ortaya koymaktadır.

KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ

Kozan'dan Binboğa'ya kadar olan bölge sarp dağlar, gür ormanlar, derin vadiler ve geçit vermez yerlerle doludur. İnsan o dağlara varınca kendisini her türlü takipten, tehlikeden kurtulmuş sayar.
Yine padişahtan ferman gelmiştir. Avşarlar iskan olsun, artık belli bir toprağa bağlansın istenmiştir. Ama Avşarlar, Çukurova'nın uçsuz bucaksız toprağı ile Torosların, Binboğanın, Uzun Yayla'nın al baharlı, ala karlı ve de soğuk bulu, soğuk pınarlı yaylalarından vaz geçmez.
Bir ilkbahar günü Avşar göçü Dörtyol'un doğusunda bulunan Bağrı Açık Yaylası'ndan Çukurova yoluyla Toroslara doğru hareket eder. Avşar'da göç günleri önemlidir. Rengarenk giysilerle kınalı eller deve kervanını çeker. Develerin dizlerine takılan çanlar kendine özgü bir müzik havası içinde salına salına yayla yolunu tutar.
Göç Uzun Yayla'ya gitmekte olsun, beri taraftan 1865 iskanını yapanlardan Ahmet Cevdet Paşa "… ve ekserinin yaylakları Uzun Yayla olup, orada ise muhacirin-i Çerakise iskan olunmak devletçe mukarrer olduğundan, bu sene aşiretler Fırka-i Islahiyyece yaylaya gitmekten men olunmuşlar idi. Avşar aşireti dahi Çukurova'da kışlayup yazın Uzun Yayla'ya gitmekte…" diyor. Yani devlet Uzun Yayla'ya Çerkezleri yerleştirmek için karar verdiğinden Türkmenlere, o arada Avşarlar'a Uzun Yayla'ya gitmek yasaklanmıştır. Padişah böyle ferman eylemiştir.
Fakat onları yaylalara göçmekten padişah fermanı bile engelleyemez. Sonunda ölüm bile olsa. Avşar kocalarının anlattıklarına göre bu şiir, Dadaloğlu'nun son şiirlerinden biridir.

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir

Dadaloğlu'm birgün kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir

 

 

ESKİ KAYNAKLARDA AVŞARLAR

Afşarlar, İslamiyet öncesi de varlıklarını hissettirebilen büyük ve geniş bir boy olarak karşımıza çıkmaktadır. En eski Oğuz rivayetlerinde, Afşarlar hakkında şu bilgiler vardır :

"Oğuz İli'nin Hakanı Köl Erki'nin bir kızı vardı. Çok güzel, baba ve anasının bütün işlerine muktedir. Korkut, Köl Erki ile Tuman'a söyleyip yedi gece-gündüz düğün yapıp padişahlara layık esbap ve çeyiz ile Köl Er-ki'nin kızını Tuman'a verdi.

Aynı zamanda Ayna Han diye Avşar İli'nin Han'ı vardı. Ayna Han bu kızı oğluna istemişti. Köl Erki'de kabul edip kızı verecek olmuştu. Ayna Han kızı Tuman'a verdiğini işittikten sonra asker çekip Köl Erki'nin üzerine yürüdü. Köl Erki de büyük bir ordu ile karşı varıp vuruşup Ayna'yı mağlûp etti. Ayna'nın oğlunu öldürdü ve Avşar'ın askerini kırdı. Ayna'yı kovalayıp yurduna vardı. Yurdunu alıp altı ay orada oturdu. Ayna kaçıp başka bir ile gitti. Köl Erki ant içip, Ayna'ya adam gönderip dedi ki; "Bu kötülüğü yapan sen değildin, oğlun idi. O da cezasını buldu. Şimdi seninle kardeşiz, gel yurduna sahip ol, ben dönüyorum". Elçi varıp bu sözlerin hepsini söyledi. Ayna inanıp gelip, Köl Erki'yi gördü. Köl Erki'de yurdunu teslim edip dönüp kendi yurduna indi."

Bir başka yerde de şöyle bir hadise anlatılmaktadır : "Buğra Han evlenmek istemektedir. Beyler "Han'a münasip odur ki evlensinler" deyince Han oğluna; "öyle münasip hatun nereden bulunur ki gelip annenin yerini tutsun" dedi. Kuzı Tekin "annem gibi olmazsa ondan daha aşağı olsun" dedi. Han "katiyen evlenmem" dedi ama oğlu Kuzı Tekin onun arzusuna bırakmadı. Avşar ilinde Eğrençe denilen zatın görülecek iyi, yurtta ün yapmış güzel bir kızı vardı. Onu Han'a alıverdi.

O bedbaht kızın gönlüne bu fikir geldi ki: "Kuzı Tekin'in bana meyli var. Onun için beni babasına bahane ile alıyor, ta ki kendisi benimle gizlice sevişsin. Yoksa ihtiyar adama benim gibi güzelliğe sahip bir kızı niçin alıversin" dedi. Bir gün Kuzı Tekin babasını göreyim diye gelince, Han uyumuş, kadın oturmuştu. Kadın Kuzı Tekin'in yanına gelip yüzünü ve gözünü elleyip okşamıştı. Kocası ile oynaşırken kadınlar nasıl yaparlarsa öyle yapmaya başladı. Kuzı Tekin gönlünden bu annem yerinde olup bana muhabbet gösteriyor dedi.

Yine birkaç gün sonra yalnız kalmak fırsatı bulup Kuzı Tekin'e "Hiç benim halimden haberin var mı ? Ben sana aşığım, geceleri uykum ve gün-düzleri kararım yok. Benim halime bakmazsan niçin beni ihtiyar adama alıverdin" dedi. Kuzı Tekin "sen benim annemsin bu huyunu bırakmazsan seni parça parça edip her parçanı bir yere koyarım" dedi. Kadın olanları kendi kardeş karılarına danışınca onlar "Kuzı Tekin bu sözü Han'a, halka söylemeden önce söylemek gerek. Yoksa ölüme gidersin" diyerek bir kadın gönderdiler. O kadın varıp Kuzı Tekin'in evinden çizmesini çalıp, Buğra Han'ın evine geldi, sonra dönüp gidip çizmeyi yerine koydu.

O gece Han evde yoktu, ava gitmişti. Seher vakti kadın bağırmaya, yüzünü yırtıp her yerini kanatmaya başladı. Halk toplanıp vardı, kadın "Bu gece Kuzı Tekin gelip koynuma girdi. Sana aşığım, babama aldım ki gündüz babamın olursan gece benim olacaksın, yoksa yaşlı babam kadını ne yap-sın. Anasına böyle iş nerde var diye bağırdım o da kaçıp gitti" dedi. Diğer kadınlar şahitlik ettiler. Gece kar yağmıştı yerde ayak izleri vardı. Kuzı Te-kin'i çağırıp ayak izine baktılar, aynı. Buğra Han avdan gelince ona da söylediler. Han, beyleri de toplayıp Kuzı Tekin'i çağırdı. Bu ne iş, gece ne yap-mışsın ? dediler. Kuzı Tekin kadından görüp işittiklerini anlattı. "Kadını ba-bama ben almıştım utandım ve halk içinde rezil olmayalım dedim kadın önce davrandı" dedi. Halk ikiye bölündü. Kimi Kuzı Tekin'e, kimi de kıza inanıyordu. Han Kuzı Tekin'i dinleyip kadının yanında kalan hizmetçileri şiddet kullanıp sıkıştırınca gerçek ortaya çıktı. Buğra Han bunun üzerine "bu kadını istemiyordum, fitne çıkar diye, beni kendi arzuma bırakmadın şimdi ne yapacağını sen daha iyi bilirsin" dedi. Kuzı Tekin beş yabani tay getirtip kızı iki eli, iki ayağı ve boynunu bağlayarak, parçalayıp öldürdü."

Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre Afşarlar, İslam öncesinde de Oğuz Eli içerisinde büyük ve kuvvetli bir boy olarak görülmektedir. Çok kalabalık ve müstakil bir yurtlarının olduğu, başlarında da kendi soyların-dan bir hanlarının bulunduğu anlaşılıyor. Afşar ili hanının asker çekip, Oğuz ili hanı ile savaşabilecek kadar güçlü ve cesaretli oldukları ve bu gücün bir göstergesi olarak Oğuz Han'ının kızını istemesi önemlidir. Burada şu husu-su da belirtelim, eski çağlarda kız istemek güç gösterisi demekti. Eğer kral kızını verirse muhatabı bir güç olarak kabul ediyor, vermiyorsa dikkate almıyor anlamına gelirdi. Göktürk Devleti de böyle bir olayla kurulmuştur. Bumun Kağan, emrinde yaşadığı Avar Hakanının kızını istemiş vermeyince de savaşarak Avarları yıkıp, yerine kendi devletini kurmuştu.

Yukarıda Avşar adına ilk defa miladdan önceki asırlarda Kafkasya civarında rastlandığından bahsetmiştik. Bunun gelişimine baktığımızda şu bilgilere ulaşıyoruz. M.Ö. 680 yılında Kimmerler'i yurtlarından atan Sakalar, Kafkasya, Doğu Anadolu ve Batı İran'a hakim oldular. Fetihlerini genişlete-rek bir ara Mısır'a kadar dayanmışlarsa da M.Ö. 624'te Alp Er Tunga'nın haince öldürülmesiyle zayıflayarak tekrar Kafkasya'ya çekildiler. Bu fetih esnasında Saka Türk birliğine dahil bir çok Türk boyu vardı ve bunlar bura-larda yurt tutarak yerleşmişlerdir. Buralarda yurt tutan boylar arasında Salur, Döğer, Yazır, Karkın, Peçenek, Bügdüz, Afşar gibi Oğuz boyları var-dır.

Afşarlar da Saka Türk Birliği'ne dahil olarak M.Ö. 680'li yıllarda Kafkasya'ya gelerek, Gürcistan, Azerbaycan ve Van bölgesine yerleşmişler-dir. Avşar ismine ilk defa M.Ö. 500'lü yıllarda rastlandığını yukarıda belirt-miştik. Artvin'in Hopa İlçesi'nin yerinde bulunan kasaba ve yakındaki ırma-ğın bu dönem yazarlarınca Absaros diye tanıtıldığını anlıyoruz.

M.Ö. 249 yılında devlet kuran Oğuzlar, Saka Türk Birliğine bağlı boylarla birleşerek Arsaklar (Partlar) adıyla İran tahtına geçtiler. Doğu A-nadolu, Batı İran ve Kafkasya'da hakim oldular. M.Ö. 53 yılında Harran civarında Romalıları yenerek, anılan bölgelerde Büyük Arsaklılara bağlı Küçük Arsaklılar devletini kuran Val-Arsak, Kafkaslardan ve Bizans'tan ge-lecek saldırılara karşı perde vazifesi görüyordu. M.S. 226 yılında Sasanlı sülalesinin kurucusu I. Ardeşir, Büyük Arsaklı Devletini yıktıktan sonra A-zerbaycan ve Doğu Anadolu'daki Küçük Arsaklılar'a saldırdı. Romalıların yardımıyla ancak 60 yıl sonra (287'de) ülkelerine tamamen hakim olan Küçük Arsaklılar, III. Tridat zamanında (305-10) resmen Hıristiyanlığı be-nimsediler. 337'de yine Sasanlıların istilasına maruz kaldılar. Hz. Ömer'in Sasanlıları yıkışına kadar (642'de) 300 yıl İranlılar (Sasanlı), Gürcüler ve Bizanslılar ile savaşan Küçük Arsaklılar M.S. 429 yılında yıkıldı. Bu devlet yıkıldıktan sonra 16 beyliğe ayrıldı ki bunlardan birisi de Dede Korkut hika-yelerinde geçen Avşar Bey (Gence, Cavat bölgesi) sülalesinden Ardzer-uni (Kartal Taşıma Hanedanı - Küçük Arsaklıların kurucusu Val-Arsak (M.Ö. 147-129) tarafından devletin avcıbaşılığı vazifesi verilip Ardviz = Av kartalı taşıma, Uni = Hanedan unvanı verildiği için böyle anılan) beyliğidir ki top-rakları Van-Urmiye arası idi (Bu bölgenin eski adı Vaspurakan'dır. Urmiye şehrinin yeni adı ise Rızaiye'dir).

908 tarihinde Abbasilerin Azerbaycan valisi Türk komutanı Sac-oğlu Yusuf, Ardzer-uni Kralı Haçik Gagık'a (908-938) taç giydirerek Melik unvanı ile kendisine bağlamıştır. Ardzer-uniler, eski Türk sistemi olan İkili Siste-mi uyguluyorlardı. Ülkenin doğusunda Gurgen Haçik, batısında ise kardeşi Senekerim hüküm sürüyordu. Haçik'in 1004'te ölümü üzerine ülkenin ta-mamı Senekerim'in eline geçmişti. Van ile Vastan (Gevaş) kalelerini çifte başkent (Eski Türk Töresi) olarak kullanan Gagık'ın torunu Kral Senekerim Hovhannes (1003-1021), 1018 yılında Selçuklu Başbuğu Çağrı Beyin akın-larında , "uzun saçlı" atlı kuvvetinin "geniş yaylar"ından attıkları okların karşısında kılıçla bir şey yapamadan iki kez yenilen askerlerinin bozgunlu-ğunu Peygamber Yeşua ile Partlı Aziz Katolikos Büyük Nerses'in okuyup inandığı kehanetlerine bağlamış, yurdunu koruyamayacağını anlayıp zaten bu bölgeleri ele geçirmek ve hakimiyetini pekiştirmek için büyük bir orduy-la yola çıkan Bizans Kralı II. Basil ile anlaşarak 1021'de Van bölgesini Sivas ile değişmişti. Ancak bu prenslik, 1080 yılında Anadolu'yu fetheden Selçuk-lular tarafından kesin olarak ortadan kaldırıldı. 9. Yy sonu ile 10. Yy baş-larında yaşamış olan Kuzey Kafkasya'da geziler yapan Ermeni tarihçisi ra-hip Artsrunili Thomas, bu soydan gelir.

Arran-Albanya-Avganya bölgesinde Afşar Cevanşir kabilesinin ha-kim olduğunu görüyoruz ki Gürcistan da bunların sınırları içindeydi. Hatta Müslüman-Arap orduları Gürcistan'ı fethe geldiklerinde (642 yılı) tahtta Hıristiyanlaşmış bir Türk olan Prens Cevanşir vardı (681'de öldü- Cevanşirler adını bu hükümdardan almıştır). Yine bu dönemlerde Hazar Kağanlığı'nın Kafkaslara akınlar yaptığını görüyoruz ki bu akınlarda bir çok Kafkas dağlı kavmi itaat altına aldıktan sonra 683-689-693 senelerinde Gürcistan ve Ermenistan'a saldırmışlardır. Gürcü Kralları Yuvan ve Cevanşirler zamanında (718 senesini takiben) Hazar Hakanı, Gürcü Kralı Cevanşir'in hemşiresi Suzan ile evlenmeye talip oldu ancak muvafakat cevabı alamayınca Blucan adlı baş komutanını Kaheti ve Kartalın mıntıkasına sevk etti. Civanşir, bu saldırılara karşılık vermiş ancak yenilmiş, kız kardeşi Suzan ile birlikte esir düşmüş ve dönerken yolda Daryal'a geldiklerinde Suzan ölmüş Prens Cevanşir ise 7 yıl esaret altında kalmıştır.

Görüldüğü üzere Afşar'lar özellikle Arran (Karabağ) bölgesini yurt tutarak, Selçuklu fethine kadar burada kalmışlardır. Buradaki Cevanşirler, İlhanlı hükümdarı Hülagu Han zamanında Anadolu'ya getirilen ve Timur zamanında ise Karabağ nakledilen Avşarlar'la birleşerek bölgede güçlü bir konuma yükseleceklerdir. Daha sonra bu Avşarlar, bazı Türk boylarına mensup teşekkülleri de bünyesine alarak Otuz-İki Cevanşir (32 boydan müteşekkil) adını almışlardır. Osmanlı arşiv belgelerinde Cevanşirlerin bölgedeki varlığının İslamiyetten önceki dönemlere kadar uzandığı açıkça belirtilmektedir.

Henüz İslam öncesi dönemlerde anılan bölgelerde yerleşen ve 305-10 yıllarında Aziz Greguvar Lusavoriç (Dede Korkut) tarafından Hıristiyanlı-ğın Gregoryen mezhebine dahil edilen bu Türklerin ve tabii olarak bunlar arasında bulunan Avşarların, özellikle Aran (Karabağ) civarında yaşadıkla-rını ve Aranyan Ermenileri olarak tanındıklarını ve varlıklarını son yıllara kadar devam ettirdiklerini görmekteyiz. 1721-30 yıllarında Rus istilasında, Ruslara din birliğinden dolayı yardım eden bu Hıristiyan Türkler, Zengezur'da Karaçorlular ve ardından Cevanşirlerle savaştılar. 250 kişilik bir çete ile savaşa katılan Papas Avşar, bunlardan biriydi. Bu Hıristiyanların adları da Türkçe idi (Avan, Saruhan, Kaplan, Bayındur, Dilençi, Şah-kulu oğlu Bagri, Parsadan, Aslamaz-kulu, Vardan, Bali, Karagöz, Kıcı, Turunç, Sarı vs..).

GENEL BİLGİLER

Önceden Memluk hakimiyetinde yaşayan Afşarlar Osmanlı egemenliğinde onlara tamamen bağlı kalmadılar. Bunun muhtelif sebepleri vardır. Bir kere Türkmenlere rağbet eden ve Osmanlıların aksine onlara itibar gös-teren Safeviler'e katılmak için İran'a gitmeleri bir yana; Afşarların güç ver-diği Dulkadırlıların Osmanlı egemenliğine girmesiyle devlet Afşarların nüfu-sunu eritmek istemiş, bu amaçla onlara baskı yapmış ve İran'a gitmelerine sebep olmuştur. Ayrıca bölgenin önemli ticaret yolu üzerinde olması ve hac kafililerinin buradan geçmesi sebebiyle, Osmanlılar burada nüfusu fazla olan Türkmenleri toprağa bağlayarak itaat altına almak istemiştir. Halbuki konar-göçer için bir yere bağlanmak ekip biçmek söz konusu olamazdı. Onlar hayvanlarına bakmak için yazın yaylalara kışın ise soğuktan etkilen-meyecekleri yerlere göçmek zorundaydılar.

Uzun süre onların bu hayatına ses çıkarılmamışsa da Osmanlı Devleti'nin artık bir imparatorluk haline gelmesiyle; yeni fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi, boş arazilerin tarıma açılması ve özellikle Celali isyanları sonucu harap olan Anadolu'nun bir çok yerinin mamur edilmesi gerekiyor-du. Yine ticaret yollarının ve yerleşim yerlerinin güvenliği; halkın mal ve can güvenliğinin garanti altına alınması da icap ediyordu.

Diğer bir husus da vergi meselesiydi. Göçerler köylü ve çiftçi sınıfına girmediği için vergi açısından devlet nüfusuna kayıtlı değildi, kayıtlı olanlar ise sürekli yer değiştirdiklerinden takibi güçleşiyordu. Buna karşılık devlet Celalilerin açtığı yarayı kapatmaya çalışıyor, hem de savaşlara giri-yordu. Celali isyanları sırasında devlet yönetiminden hoşnut olmayan köylü ve çiftçiler de isyana katılarak üretici olmaktan çıkıyorlardı ki bu olay devlet gelirine büyük darbe vuruyordu. Savaşlar dolayısıyla çekilen asker sıkıntısı da işin başka bir yönüydü.

Bunun yanında Afşarların nüfusunun fazlalığı ve tarihte önemli roller oynamış olmasının gelecekte bir tehlike arz edebileceği; toplu halde bulunmalarının avantajı ile güç birliği kurarak Suriye ve İran'da gözlendiği gibi devletleşme eğilimine girebileceği endişesi ile yerleştirilmesi ve impa-ratorluk sınırları içinde dağıtılmaları hedeflenmiştir. Böylece Osmanlı Devle-ti'nin kuruluşundan beri iskan konusuna dikkat edilmişse de özellikle 16 ve 17.yy'da bu işe dikkatle eğilmiş ve sonraki yüzyıllarda ise daha sert davra-narak kanlı tedbirlere dahi başvurmuştur. Ancak bu gibi iskan yerleri (özel-likle Rakka) suyu kıt olduğu için zamanla Türkmen oymakları için bir sür-gün yeri olarak kullanılmış ve aşiretlerin tehdit edildiği bölge olarak kulla-nılmıştır. Bu da iskanın isabetsizliğini gösterir.

Bu iskan siyaseti sonucu Afşarlar durmadan bölünerek küçük topluluklar halinde çok geniş coğrafya içinde yerleştirilmişler ve başka Türkmen gruplarına dahil edilmişlerdir. Bu parçalanmanın sonucu artık 16.yy son yarısında diğer boylarda görüldüğü gibi Afşarların başında eski boy beyi aileleri yok olmuş, yerlerini obaları idare eden ağa unvanlı kethüda aileleri almıştır. Bu Kethüda idaresindeki Afşarlar, zamanla çoğalıp eskiden bağlı oldukları oymak adlarını atarak kendi adlarını veriyorlardı. Böylece yeni obalar teşekkül ederken bağlı oldukları büyük Afşar oymaklarının takibi de zorlaşmaktaydı. Ayrıca Afşarlara ait bir çok yer adı da böylece silinmiştir. Bunun yanında yeni oluşan obaların adlarında bazı yer adlarına rastlan-maktadır.

Önceden Memluk hakimiyetinde yaşayan Afşarlar Osmanlı egemenliğinde onlara tamamen bağlı kalmadılar. Bunun muhtelif sebepleri vardır. Bir kere Türkmenlere rağbet eden ve Osmanlıların aksine onlara itibar gös-teren Safeviler'e katılmak için İran'a gitmeleri bir yana; Afşarların güç ver-diği Dulkadırlıların Osmanlı egemenliğine girmesiyle devlet Afşarların nüfu-sunu eritmek istemiş, bu amaçla onlara baskı yapmış ve İran'a gitmelerine sebep olmuştur. Ayrıca bölgenin önemli ticaret yolu üzerinde olması ve hac kafililerinin buradan geçmesi sebebiyle, Osmanlılar burada nüfusu fazla olan Türkmenleri toprağa bağlayarak itaat altına almak istemiştir. Halbuki konar-göçer için bir yere bağlanmak ekip biçmek söz konusu olamazdı. Onlar hayvanlarına bakmak için yazın yaylalara kışın ise soğuktan etkilen-meyecekleri yerlere göçmek zorundaydılar.

Uzun süre onların bu hayatına ses çıkarılmamışsa da Osmanlı Devleti'nin artık bir imparatorluk haline gelmesiyle; yeni fethedilen yerlerin Türkleştirilmesi, boş arazilerin tarıma açılması ve özellikle Celali isyanları sonucu harap olan Anadolu'nun bir çok yerinin mamur edilmesi gerekiyor-du. Yine ticaret yollarının ve yerleşim yerlerinin güvenliği; halkın mal ve can güvenliğinin garanti altına alınması da icap ediyordu.

Diğer bir husus da vergi meselesiydi. Göçerler köylü ve çiftçi sınıfına girmediği için vergi açısından devlet nüfusuna kayıtlı değildi, kayıtlı olanlar ise sürekli yer değiştirdiklerinden takibi güçleşiyordu. Buna karşılık devlet Celalilerin açtığı yarayı kapatmaya çalışıyor, hem de savaşlara giri-yordu. Celali isyanları sırasında devlet yönetiminden hoşnut olmayan köylü ve çiftçiler de isyana katılarak üretici olmaktan çıkıyorlardı ki bu olay devlet gelirine büyük darbe vuruyordu. Savaşlar dolayısıyla çekilen asker sıkıntısı da işin başka bir yönüydü.

Bunun yanında Afşarların nüfusunun fazlalığı ve tarihte önemli roller oynamış olmasının gelecekte bir tehlike arz edebileceği; toplu halde bulunmalarının avantajı ile güç birliği kurarak Suriye ve İran'da gözlendiği gibi devletleşme eğilimine girebileceği endişesi ile yerleştirilmesi ve impa-ratorluk sınırları içinde dağıtılmaları hedeflenmiştir. Böylece Osmanlı Devle-ti'nin kuruluşundan beri iskan konusuna dikkat edilmişse de özellikle 16 ve 17.yy'da bu işe dikkatle eğilmiş ve sonraki yüzyıllarda ise daha sert davra-narak kanlı tedbirlere dahi başvurmuştur. Ancak bu gibi iskan yerleri (özel-likle Rakka) suyu kıt olduğu için zamanla Türkmen oymakları için bir sür-gün yeri olarak kullanılmış ve aşiretlerin tehdit edildiği bölge olarak kulla-nılmıştır. Bu da iskanın isabetsizliğini gösterir.

Bu iskan siyaseti sonucu Afşarlar durmadan bölünerek küçük topluluklar halinde çok geniş coğrafya içinde yerleştirilmişler ve başka Türkmen gruplarına dahil edilmişlerdir. Bu parçalanmanın sonucu artık 16.yy son yarısında diğer boylarda görüldüğü gibi Afşarların başında eski boy beyi aileleri yok olmuş, yerlerini obaları idare eden ağa unvanlı kethüda aileleri almıştır. Bu Kethüda idaresindeki Afşarlar, zamanla çoğalıp eskiden bağlı oldukları oymak adlarını atarak kendi adlarını veriyorlardı. Böylece yeni obalar teşekkül ederken bağlı oldukları büyük Afşar oymaklarının takibi de zorlaşmaktaydı. Ayrıca Afşarlara ait bir çok yer adı da böylece silinmiştir. Bunun yanında yeni oluşan obaların adlarında bazı yer adlarına rastlan-maktadır.

1865 İSKANI

Bu bölüm altında incelenen Avşarlar, Kuzey Suriye Avşarlarından olup yazın Uzunyayla'ya çıkan ve kışları önce Suriye'de sonra Çukurova'da geçiren müstakil Avşar Oymağının mensuplarıdır (Bilindiği gibi bu bölgede Köpekli, Gündüzlü ve Beylikli Avşarları da yaşıyordu). Bu Avşarlar uzun uğraşlardan sonra çoğunlukla Kayseri ve çevresine iskan olmuşlardır. An-cak Kayseri ve civarında Avşarların daha önce yerleşmedikleri ve etkin olmadıkları gibi bir yanılgıya düşülmemelidir. Aksine Kayseri ve çevresinde öteden beri güçlü bir Avşar varlığı duyula gelmiştir. Bu konuya kısaca te-mas edelim.

14. Yy'ın sonlarına doğru Sivas ve Kayseri bölgesinde egemen olan Kadı Burhanettin'in damadı Avşar boyundan olan Burhanettin idi. Burhanettin, o dönemde Osmanlı'yı bir savaşta yener ve Timur'a da karşı çıkar. Bu hadiselere bakarak Avşarların bölgede önemli bir güç oldukla-rına ve üst düzey görevlere getirildiklerine hükmedebiliriz. Dolayısıyla Av-şarlardan bazılarının daha o zamanlar göçebeliği terk ederek Kayseri ve civarında yerleşik hayata geçmiş olmaları gerekir. Nitekim 16. Yy ve sonra-sında Osmanlı sicillerinde Kayseri mahalleleri arasında bazı Avşar obalarına ait isimlere rastlanmaktadır (Hacı İvaz, Salmanlı gibi). Diğer taraftan, Evli-ya Çelebi, Kayseri ile ilgili bilgi verirken halkın bir kısmının "bre, hadi bre, yürü bre" şeklinde konuştuğunu bildirir ki günümüzde bile bu tip konuşma Avşarlara has bir söyleyiştir. Bu da Kayseri halkı arasında Avşar asıllıların varlığını bize göstermektedir.

17. Yy ve sonrasında da bölge ve özellikle Erciyes Dağı, Ali Dağı ve Talas ilçesi Avşarların bulunduğu, sürülerini otlattığı yerlerdi. Bu husus Karacaoğlan'ın bir şiirinde de geçer.

Ali Dağı, Erciyes'in eteği

Yiğitler yatağı, sümbül biteği

Yüce tepelerin Avşar yatağı

Burcu burcu kokar gülün Erciyes

Erciyes Dağı ve çevresi, sonraki asırlarda da kimi Avşar obalarına yurtluk olmuştur. Bu civarlarda Avşar baskısı uzun sürmüştür. Sözgelimi, şimdi ilçe olan Hacılar, eskiden ovada kurulu idi. Hacılar halkı 1726 yılında Avşar baskınları sonucu Dört Kuyular mevkiini bırakıp şimdiki yerine yerle-şerek sırtını dağa vermiş ve böylece baskınlardan kurtulmuştu. Bugün bile Kayseri'de "Ne kaçıyorsun arkandan Avşar atlısı mı geliyor" sözü hala söylenir.

Ayrıca 1831 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Kayseri köylerinde sülale adlarından yola çıkarak yaptığımız incelemede Kayseri'nin merkez köylerinde de kimi Avşar obalarının yerleştiğini tespit etmiş bulu-nuyoruz. Ancak bu Afşarlar köylere dağınık halde yerleştikleri için azınlıkta kalmışlar, oba isimlerini muhafaza etmelerine rağmen ana boy adını unut-tukları için Avşar olduklarını unutmuşlardır. Bunların köylerdeki nüfusları değişiklik arz etmektedir. Kimi köylerde birkaç hane iken (Yağmurbey, Yazır, Argıncık, Hasanarpa, Havran gibi) bazı köylerde hatırı sayılır bir nü-fusları vardır (Kızık, Mardin gibi). Bazı obalar sadece bir iki köyde ve az oldukları halde (Muncusun'da Taşlıoğlu, Zirve ve Obruk'ta Vezirli, Gesi, Kızık ve Virancık'ta Köse Ahmetli gibi) bazıları bir çok köyde bazen fazlaca görülüyor (Recepli, Mahmudoğlu, Sofular, Halloğlu, Köseli gibi). Diğer bir husus köylerde bazen birden çok Afşar obası bulunurken (Erkilet, Gesi, Bürüngüz, Kızık gibi) kimi köylerde de özellikle bir obanın yerleştiğini görü-yoruz. (Höbek'te sadece Köseliler, Obruk'ta sadece Veziroğlu, Germir'de sadece Ali Ağalar gibi).

Avşarların Kayseri'deki varlığı bununla sınırlı değil. Bir çok Avşar obası farklı zamanlarda yöreye gelerek faaliyette bulunmuş ve iskan ol-muştur. Bu obalar şunlardır. Afşar-lı (-Türkmeni, -Yörüğü) Akçaali, Alembeyli, Alişarlı, Bahrili, Beydenizli, Bostancı, Civanşir, Çöplü, Deliler, Dodurlu, Gökçe, Hacı Mustafalı, Hacı İvazlı, Herekli, Hobalı, Hüseyin Hacılı, İmam Kulu, İmanlı, İsalı (-Hacılı), Kara, Karabudak, Karamanlı, Karasu, Karaşeyhli, Kozanlı, Köçekli, Köseli, Mahmudoğlu, Musacalı (-Kürdü), Mutuklu, Paşalı, Recepli, Sarıfakılı, Sarısintli, Saruhanlı, Selmanlı (Süley-manlı), Silsüpür, Söylemez, Şerefli, Taşoğlu, Tecirli, Tirkeşin, Torun, Yahşi-hanlı.

Ancak bu Avşarların önemli bir kısmı önceden yerleşik hayata geçtikleri ve oba isimlerini muhafaza edip ana boy adını unuttukları, hatta çoğu zaman oba adlarını bile terk ettikleri için Avşar olduklarını bilmemek-tedirler. Üstelik bu durum Avşar obalarının takibini de güçleştirmektedir. Oba adını muhafaza edebilenleri zor da olsa günümüzde araştırarak ortaya çıkarabiliyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, Sis Avşarlarından olan Paşalı-lar, henüz 16. Yy'da Kayseri'ye göç ederek merkeze bağlı köylere yerleş-mişlerdi. Bu köyler Eyimli ve Yüreğil olup halen Paşalı adını sürdürmekte-dirler.

1722-23 yıllarında Suriye'nin Avşar Bucağı bölgesinden gelen Avşarlar, Sarıoğlan civarında yerleşmişler ve günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır. 7 Bucak Avşarı denilen bu köyler, Burunören, İğdeli, Kale, Karpınar, Körkuyu ve Yelliburun olmak üzere 6 köydür. Bir köyün nerede olduğu bilinmiyor. Bir ihtimal bu köy hemen yakınlarındaki Ebülhayır köyü-dür. Çünkü bölgede Ebülhayır'dan başka Bucak Avşarları gibi Halep ve çev-resinden gelen başka köy yoktur. Körkuyu ve Yelliburun birleşerek günü-müzde Yerlikuyu adını almıştır. Yine Sarıoğlan'ın Sofumahmut köyü de aslen Avşar olup Mahmutoğlu (diğer adı Sofular) obasındandır. Bunlar, Avşar olduklarını bildikleri halde bizim diğer Avşar köylüleri tarafından bi-linmezler. Çünkü klasik ve yanlış bir anlayışla Avşarlar yalnız Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza'da yaşarlar.

Yahyalı'da da Avşarların yerleştiğini görüyoruz. Nitekim Yahyalı'da dokunmuş bir kilimin Avşarlar tarafından dokunduğu tespit edilmiştir. Ancak malum olduğu üzere günümüzde Yahyalı'da Avşar olduğu bilinmez ve kabul edilmez.

Bünyan ilçesi de Avşarların faaliyette bulunduğu bir yerdi. Bilindiği gibi Avşarların yerleşim yerlerinden biri olan Zamantı kazası Bünyan'dadır. Günümüzde ilçe merkezinde henüz 16. Yy'da yerleşmiş olan Karamanlı Avşarları ile Vezirli obası ve Mantıcıoğulları sülalesi yaşamaktadır. Vezirli obası Yünören ve Kösehacılı köylerinde de bulunuyorlar. Cevanşirler de Karacaören köyündedirler. Bunun yanında Girveli, Taçın ve Dağardı Av-şar'dır. Bürüngüz köyünde de Recepliler bulunuyor.

Develi'de ise Avşar obaları yoğun olarak yerleşti. Sindel Avşarı Sindelhöyük, Köseli Avşarı Köseler, Hacı İvaz Avşarı ise Ayvazhacı köyünü kurdu. Cevanşirler Millidere, Kozanlılar da kısmen Çöten'de yaşamakta-dır. Ayrıca Saraycık ta bir Avşar köyüdür. Deliler ve Hacı Mustafalıların uzun süre Develi'de etkinlik gösterdiklerini ve yerleştiklerini biliyoruz.

İncesu'da Avşarların yoğun olduğu bir bölgeydi. Hacı İvazlıların İncesu taraflarından gelip Kayseri merkeze yerleştiklerini biliyoruz. Garip-Şah Avşarı Garipçe köyünü kurarken, Receplilerden bir kısmı Sarıkürklü köyüne yerleşti. Tecirli Avşarı ise Viranşehir'de iskan oldu. Sivas'tan gelen Avşarlar ise az miktarda Süksün'de yaşıyorlar.

Yeşilhisar ilçesinde Avşarlar, kısmen Doğanlı (Niğde merkeze bağlı Gölcük kasabasından gelmeler. Bunlar Gölcük'te hala Avşar adını yaşatıyor-lar) ve Sindel obasının kurduğu Sindel (Kovalı) köyündedir.

Tomarza'da Maraş'tan gelenlerin kurduğu köyler İmanlı Avşarından olmalıdır. Avşar olduklarını bilmeyen bu köylülerin Aksaray'da bulunan akrabaları orada Avşar olarak tanınıyorlar. Bu köyler Trafşın (yeni adı İncili. Afşın'a bağlı Telafşın köyünden gelme), Köpekli (yeni adı Turanlı. Köpekli köyü buraya Çörümşek'ten gelmiştir ki Maraş defterlerinde Çörümşek nahi-yesinde diğer adı Girgin olan Köpekli adında bir köy vardır. Bu köye ait bir ferman elimizde mevcuttur), Mardin (yeni adı Ekinci. Göksun'un Tecirli aşiretine mensup Yeniyapan köylüleri köylerinde yaşayan Avşarların göç ederek Mardin'e gittiklerini söylüyorlardı. Bu Avşarların adları, Kıllılar, Apıklar, Sarıoğlanlar ve Sarıarslanlar idi.), Gülveren ve Karaören'dir. Ayrıca Çiraz köyünde az miktarda İmamkulu köyünden gelen Avşarlar var.

Yemlihalı Avşarı da Kocasinan ilçesine bağlı Yemliha kasabasını kurmuştur. Hacılar ilçesinde de Avşarlar yerleşmiştir. Bir sülale Avşarlar adıyla anılırken bazı sülalelerin de Avşar kökenli oldukları (Mutlular ve Kuruköprülüler) bilinmektedir. Ayrıca Hacılar da "Avşar Yeri" diye bir mevki bulunuyordu.

Bu bilgilerden anlaşıldığı gibi Kayseri ve yöresi eskiden beri Avşarların yurt tuttuğu bir bölgedir. 

Şimdi asıl konumuza dönelim.

1. İskan Öncesi Durum

16.yy başlarında Osmanlıların Memlüklüler'i yıkıp Mısır ve Suriye'yi fethetmesi sonucu Kuzey Suriye'deki Türkmenler Osmanlı hakimiyetine girmiş oldu. Bölgedeki aşiretler Osmanlı hakimiyetini kabul etmeyip savaş-tılar, ancak ağır bir yenilgi aldılar. Bunun üzerine diğer Türkmen grupları gibi Afşarlar da kendilerine orduda subaylık veren, vergi muafiyeti tanıyan ve itibar gösteren Safevilerin hizmetine girmek için çoğunlukla İran'a göç-tüler. İmanlı ve Alplı Avşarlarının bu sırada İran'a geldiklerini biliyoruz. Bu yüzden bu asırda nüfuslarının diğer Türkmenlerden az olduğu görülüyor.

Osmanlı hakimiyetinde kalan bölgedeki Türkmenler ise Halep Türkmenleri ve Yeni-il Türkmenleri adıyla bölgede varlıklarını sürdürdü-ler. Afşarlar, Halep Türkmenleri içinde Köpekli, Gündüzlü ve Beylikli Avşarı olmak üzere üç oymak tarafından temsil ediliyordu. Ayrıca bölgede bir de müstakil Avşar oymağı bulunuyordu.

Bunlardan Avşar oymağı, 16. Yy'ın ikinci yarısında 158 vergi evinden ibaretti. Memluklular zamanında dirlik tasarruf eden bu oymak Osmanlı döneminde de bu dirliğini korumuştur. Türkiye'de oturan yerleşik ve göçe-be halk arasındaki nüfus artışına uygun olarak bu Afşarların da nüfusu art-mıştır. XVI. yy'ın ikinci yarısında Türkmenlerin başındaki Boy beyi aileleri yok olmuş, yerlerini obaları idare eden Kethüdalar almıştır. Bu bey ailelerin ne olduğu bilinmiyorsa da büyük ihtimalle İran'a gitmiş olmalıdırlar. İşte Halep Avşarları arasında gördüğümüz bu Afşar oymağının başında da ket-hüdaları görüyoruz. 1579-80 yılında onlar Recep, Bahri ve Küçük Minnet kethüdanın idaresindeydiler. Bunlardan Recep ve oğulları öyle ün salmış-lardı ki 17.yy'da Afşarlar çok defa Recepli Avşarı adıyla tanınmışlardır. On-lar aynı yüzyılın son yarısında Zamantı bölgesine yaylaya çıkıyorlardı.

1624 yılında Abaza Mehmet Paşa'nın II. Osman'ın (Genç) intikamını almak için Sadrazam Çerkez Mehmet Paşa'ya karşı ayaklandığında, Orta Anadolu'dan toplayıp Kayseri'deki Boğazköprü'ye kadar getirdiği 40.000 kişilik ordusunda Afşarlar (Recepli, Çöplü, Kozanlı), Sırkıntılılar, Mamalılar, (Cerid'den) ve Pehlivanlılar (Bayat'tan) vardı.

Afşarlar, Recep-Oğulları'nın başkanlığında 1687 yılında Avusturya'ya yapılan sefere katılmışlar, 1690'da yapılan sefere de çağrılmışlardır. Bu son sefere Afşarlar şu beylerin idaresinde 200 atlı ile katıldılar : Recep-Oğlu Halil Bey, Recep-Oğlu Dana Murat Bey, Çerkez-Oğlu Hacı Mus-tafa Bey, Çerkez-Oğlu Ömer Bey, Deli Seyf-Oğlu Mire Muammer Bey, Bahri-Oğlu Himmet Bey, Kara Gündüz-Oğlu Kara Halil Kethü-da, Kara Gündüz-Oğlu Selim Bey, Kara Gündüz-Oğlu Murat Bey, Hacı İvaz-Oğlu Dokuz İbrahim Bey, Hacı İvaz-Oğlu Abaza Bey, Kör Ali Oğlu Gündüz Kethüda.

Bu isimlerden anlaşılacağı üzere Afşarlar başlıca beş ailenin idare-sindeydiler (Recep, Çerkez, Bahri, Kara Gündüz, Hacı İvaz). Bilindiği gibi bunlardan bazıları Afşar obalarının ismini taşımaktadır. Kayseri ve civarına yerleşen Afşarlar işte bu Afşar oymağı ile Köpeklilerden gelmektedir. Af-şar'lar özellikle Sis yöresinde oldukça kuvvetliydiler. 1691'de Sis Sancak beyi Recep-Oğlu Halil Bey idi.

Avşar oymağının obaları şunlardır.

1- Recepli Avşarı a) Akça-Ali b) Beğ-Denizli c) Dodurlu / Doduryan ç) Sarı-Hacılı d) Saru-Hanlı e) Sarı-Sindli / Sarı-Seydili f) Taş-Oğlu / Taşlı-Uşağı g) Kara-Budak ğ) Hobalı / Obalı h) Mahmut-Oğlu / Sofular. Ayrıca Recep-Oğlu Halil Beyin soyundan gelen Haliloğlu obası.

2- Kara Recepli a) Arap Hasanlı b)Hacı İvaz oğlu Dokuz İbrahim Beyin soyundan gelen İbrahim Beyli c) Çerkez oğlu Hacı Mustafa Beyin soyundan gelen Hacı Mustafalı.

3- Bahrili

4- Kara Gündüzlü.

Avşar oymağı ilk başta Rakka'ya sürülme cezası almadılar. Çünkü devleti yaylakları olan Zamantı bölgesinde yerleşeceklerine inandırmışlardı. Onlar 18.yy'dan itibaren artık kışlamak için Halep'e değil Çukurova'ya ini-yorlardı. Ancak yerleşmeye yanaşmadıkları gibi komşu oymak ve köylere saldırıp hayvanlarını götürüyorlar, tüccar kafilelerini soyuyorlardı. Bu artık o hale geldi ki; sonunda 1703'ten az önce Rakka'ya sürüldüler. Fakat fazla kalmayıp kaçtılar ve dağıldılar. Yine soygun ve kovgun yaptıklarından 1712'de tekrar Rakka'ya sürdülerse de geri döndüler. Devleti yaylaklarına yerleşeceklerine ikna ederek 1730'da Zamantı kıyısında 66 köy kurdular. Afşarların yerli halk üzerindeki baskısı büyüktü. Yaylaya çıktıkları zamanlar çevre köylere baskın yapıp ne varsa alıp götürüyorlardı. Onlar soygun ve kavgadan geri durmadıkları gibi, bu işi o kadar ileri götürdüler ki Kayserili tüccar ve komşu oymakların şikayetleri sonucu Afşarların şekavetine dair Sivas kadısına bir ferman çıkarılarak 1730 yılında Rakka'ya sürüldüler ve sürgünden kaçınca ileri gelenlerinin çoğunun idamına karar verildi (1742).

1753'te Recepli, İmam-Kulu ile Lek ve Kırıntılı aşiretleri, Zamantı ve Çörümşek'ten firar edip Kayseri, Boğazlıyan, Develi, Palas, Nevşehir, Turgut, Akdağ, İncesu, Boz-Ok kazalarını istila etmiş yol kesip adam öl-dürmüş ve harabeye çevirmişti. Bu olay Maraş, Kırşehir ve Sivas bölgesini de etkilemişti.

1754 yılında Tecirliler ile birlikte Zeynepli ve Bozdoğanlılara saldırıp 80.000 kuruşluk davar at ve develerini yağmalayıp ileri gelenlerinden Karanebioğlu ve 15 kişiyi öldürdüler.

1761'de Afşarların bu hareketini önlemek için Zennecioğlu Mehmet Ağanın teklifinde Seyit Mahmut Ağa ve mahkemeden Seyit Ahmet bin Sü-leyman Kaynar köyüne varıp Avşarların Miri aşiret beyleri olan Halit bey ibni Hasan ve kardeşleri Mustafa ile Hüseyin, Recepli'den Hasan bey bin İbrahim ve Süleyman bey bin Ömer ve Ömer bey bin Hüseyin ve Ebubekir bey ibni Mustafa ve kardeşleri Ali, Osman ve Kaküllüoğlu Osman ve Dana Muratoğlu Murat (soyu Kesir köyünde) ve Sangıoğlu ve Enbiya, Torun'dan Terkeşlioğlu Halil, Mucukoğlu Hasan ve Mehdioğlu Mustafa ve Barıncıoğlu Ebubekir ve Ütük Ali ve Cavlak Hasan Salmanlı'dan Ömer kethüda bin Fer-hat ve Emiroğlu Veli ve Haliloğlu Hasan ve Emir Küçük Ahmet ve Öksüz Yusuf bin Ebubekir ve Battal bin Hüseyin ve Toğalı bin Vahap ve Solakoğlu Ebu Zeyd ve Hüseyin bin Mehmet ve Haliloğlu İbrahim ve Taslakoğlu Çer-kez ve Deli Halil ve Dervişoğlu Ömer Sarı Fakılı'dan Halil İbrahim ile konu-şup "Aşiretimiz ahalisi konar göçer olup kışın Çukurova, yazın Zamantı'nın Çörümşek nahiyesinde Pınarbaşı'nda Zamantı'nın sağı ve solunda ikamet edip sebep olduğumuz şekavetten vaz geçip ziraat ve hırasetle mukayyet olup çevreye zarar vermemek için baş muhasebeye kayd olup hilafında hareket olursa 7.500 kuruş kesim cezasını icra ederiz." deyi tatlıya bağlan-dı. Afşarlar bulundukları yerleri talan edip sözlerini tutmadılar. 1764'te Maraş beylerbeyi Rişvan-Zade Süleyman'a gönderilen fermanda "Recepli Avşarı, İmam-Kulu ve Lekvanik Ekradı eşkıyasının bölgeye verdiği zarardan dolayı Adana beylerbeyi Salih ile birlikte tedip edin" denilmiş. 1765'te Rakka iskanından kaçan aşiretlerin dağıldıkları (Karaman Aydın Diyarbakır Adana Sivas Maraş) yerlerden kaldırılıp müfredat defterine yazdırılmaları ve Rakka'ya iskanları bölge valilerine emredilmiş.

Daha önce birkaç kez Rakka'ya iskan edilen Recepliler, kethüdaları olan Topal-Zade Ahmet tarafından 1764-65 yılında Rakka'dan Zamantı'ya getirilip şakiliğe başladı. Aşiretin devlete ödemesi gereken 5.890 kuruşu ödemeyip 500 adamı ile yol kesip soygun yapan Topal-Zade Ahmet, Bürüngüz köyünden olup kendisi de bir eşkıya idi ve hakkında ölüm kararı çıkmıştı. Günümüzde Bürüngüz köyünde Recepli sülalesi halen yaşamak-tadır. Ayrıca Pınarbaşı'nın Karamıklı köyünde de Topal soyadlı aileler mev-cuttur.

1771'de Zamantı'da Soğanlı ve Kara Şeyhli mahallesinde oturan Erdoğulu, Haliloğlu, Deniz, Kara Budaklı, Kaleli, Hacı Mehmetli, Hacı Yakublu, Ebu Bekirli, Çalgız ve Cingöz-Oğlu Afşarı obaları ile Torunlar ve Miri aşiret bey, kethüda ve ileri gelenlerinden Abdullah bin Çerkez, Ali bin Ahmet, Halit bin Battal, Sağır Ali Ağa bin Abdurrahman, Kaküllü-Oğlu Sü-leyman Ağa, Emiroğlu Veli, Salmanlı Avşarı kethüdası Karaman oğlu İsmail Ağa ve Osman bin Ömer, Halil bin Yakup, Mustafa kethüda bin Halil, Ahmet Çelebi bin Abdulvahap, Mehmet Ali oğlu Ali, Murtazaoğlu, Alicanoğlu Ahmet (soyu Pınarbaşı'nın Tokmak köyündedir), Tayan Ali oğlu Mehmet, Taslakoğlu Çerkez, Torun ihtiyarlarından Mucukoğlu Hasan, Türkistanoğlu Asaf, Cemal ve Süleyman, Şahbereli oğlu Nezir, Kekeçoğlu (Kıska) Murat oğlu Halil, Hacı İbrahim, Malkoçoğlu İsmail, Cingözoğlu Mehmet, Çalık Ha-san (soyu Pınarbaşı'nın Toybuk köyündedir), Süleyman bin Mehmet, Mestani Süleyman ve Halil Paşa Oğlu Ali Bey'den şehir ve köylere zarar vermemeleri hususunda söz alındı ve ahitlerini bozarlarsa Soğanlı, Kara Şeyhli, Torunlar, Halil Paşalılar ve İbrahim Beyliler 6.000'er kuruş, Çalıklar (Çalkır / Çalgız) ve Cingözler 2.000 kuruş nezri Matbaa-i Amireye verecek-lerdi.

Afşarlar son iskana kadar (1865) Rakka, Belih ve Hama-Humus gibi yerlere sürgün gitmekle birlikte Boz ok ve Kırşehir taraflarına da sürgün edilmişlerdir.

18.yy'ın 2. yarısında çıkan harpler ve başka etkenler sonucu Os-manlı Devleti'nin Anadolu'daki idaresi zayıf ve gevşek duruma düşünce Afşarların rahat bir göçebe hayatına devam ettiklerini görüyoruz. Devlet takibinin kalktığı bu günlerde Afşarlar daha da daha da güçlenmekte, kom-şu aşiretlerin çekindiği "Nargile takımı gümüş maşalı", "Sabahacak kandil-leri yanan", "Hizmetkarları fırıl fırıl dönen", "Yoksullara yardım eden" zen-gin ve hatırlı bir aşiret haline gelmektedir.

Kayseri-Elbistan-Malatya yolu yazları onların kontrolü altındaydı. 1838'de Afşarlar Posta Tatarlarına saldırmışlar, yolcuları soyarak, bir de köy basmışlardı. Afşarlar bu hareketleriyle öyle korku salmışlardı ki, Malat-ya'ya gitmek isteyen Alman Mareşal Moltke'ye, yolun Afşarlar yüzünden kuvvetli bir muhafız birliği olmadan geçilemeyecek durumda emniyetsiz olduğu söylenmiştir. Fakat Tomarza'daki Ermeni Piskopos'unun Moltke'ye dediği gibi Afşarlar baştan başa haydutlardan meydana gelen bir oymak değildi. Aralarında ipsiz-sapsızlar kendi halkının da düşmanı idi ve kendi aşireti tarafından da takip olunuyorlardı. Daha sonra Moltke, Afşarları şöyle nitelendirecekti: "Bu Türkmenler benim çok hoşuma gitti. Tabi nezaketleri iyi niyetlerinden doğma, bizimki ise terbiye ile elde edilme." Moltke'nin ifadelerinden de anlaşılacağı üzere onlar bolluk ve bereket içinde yaşama-larına rağmen bir kısmı saldırı, kavga ve soygundan da vazgeçmiyorlardı.

Ayrıca devlet idaresinin zayıflığı sebebiyle irili ufaklı derebeyi ailele-ri türemişti. Afşarlar Gökvelioğlu, Kozan oğlu, Küçükalioğlu gibi derebeyleri idaresinde onların mücadelelerine katılıyorlar, diğer Türkmen oymakları ile savaşıp kavgalarına devam ediyorlardı.

Afşar bünyesinden çıkan bu kovgun grupları yerleşik köylerin ye-rinden oynamasına ve zirai alanların tahrip olup azalmasına sebep oluyor-lardı. 1846-49 yıllarında Lek, Kuzu-Güdenli ve Kırıntılı aşiret atlıları ile be-raber Kayseri, Niğde, Kırşehir taraflarına kovguna gidiyorlardı. Afşar eleba-şıları arasında İsmail Bey, Avan Hasanoğlu (Akkışla'nın Ganişeyh kasabası-nın eski adı Avanoğlu'dur. Bilindiği gibi Akkışla civarına da Avşarlar yerleş-miştir.), Sarıvelioğlu, Mustafa Bey, Kamber ve İbrahim Kethüda, Haliloğlu, Duman Bey, Kadriağaoğlu, Şahrumanlı Mehmet, Hasan Hüseyinoğlu, Bıyıklıoğlu (soyu Sarız'ın Yalak Köyünde), Torun Ali, Veziroğlu, Cırrıkoğlu, Şatıroğlu (Uzunyayla'nın Sivas tarafında bulunuyorlardı. Şarkışla'nın Sivrialan köyünden olan büyük ozan Aşık Veysel de Şatıroğullarındandı.), Memilicik, Çuhadaroğlu, Şaştımoğlu (soyu Tomarza'nın Tahtakemer köyün-de), Terkeşlioğlu, Kocaali, Çerkes Bey, Askeroğlu, Kara Yusuf, Mucukoğlu, Köseoğlu (Pınarbaşı'nın Kavlak köyünde), Deli Halil, Paşa Bey, Topaloğlu (Pınarbaşı'nın Karamuklu köyünde), Muhazimoğlu, Kuşçuoğlu, Serçe Ha-san, Mirza, İbrahimoğlu, Berçenekoğlu Cansız Osman, Kuyucuoğlu, Hasanali, Deli Hösük (Sarız'ın Çürük köyünde), Osmancıkoğlu, Kolukırık Seyfali'nin adları geçiyor. Afşarların 1825 yılında 3.000 hane ile Çukurova-Uzun yayla arasında göçlerini sürdürdüğü aşiretin 40.000 koyun, 40.000 inek, 9.000 deve ve 3.000 keçiye sahip olduğu bilinmektedir.

Burada bir yanılgıya düşülmemesi için şunu belirtelim. Yukarıda i-simleri sayılan bir çok Avşar beyinin maiyetiyle birlikte tamamen Kayseri ve yöresinde yerleştikleri sanılmamalıdır. Tersine Avşarlar bu dönemlerde Adana, Hatay, Sıvas, Maraş gibi illerimizde sürekli dolaşıyorlardı. Bu aile-lerden bazılarının oralarda kalıp yerleştikleri tahmin olunabilir.

Afşarlar sürgünde bulundukları Bozok'ta Pehlivanlı oymağı ile de savaşmışlar ve bir defasında da beyleri Abidin Beyi öldürmüşlerdi. 1852'de Boz-Doğanlar ile savaşa tutuşmuşlardı. Afşarlar 1856 yılında tekrar yerleş-tirilmeye çalışıldı ise de başarısızlığa uğradı. O zaman başlarında Çerkez Bey ile İsmail Bey bulunuyordu. Afşarlar devlet tarafından yaylak yurtlarına iskan teşebbüsüne direnmekle ellerindeki son fırsatı kaçırmış oldular.

Burada bir noktaya değinmek istiyorum. Yukarıda görüldüğü gibi aşiret hayatında baskın, talan ve soygunlar önemli yer tutmaktadır. Bunun sebebini Osmanlı'nın bu asırlarda içine düştüğü siyasi, sosyal ve ekonomik çıkmazda aramak lazımdır. Tarım üretiminin yok olduğu, lonca sisteminin çöktüğü ve savaşların Türk halkını kemirdiği bu dönemlerde sefaletle uğra-şan toplulukların bu fiillere yönelmesi normaldir. Ancak bunun sadece Av-şarlarda olduğunu düşünmekte yanlıştır. Aynı sıkıntıları yaşayan gruplar genelde aynı tavırları sergilemiştir. Bu yüzden Çukurova bölgesi 200 yıla yakın bölgedeki aşiretlerin birbirileriyle kavgasına sahne olmuştur. Nitekim Çerkezlerin Uzunyayla'ya gelmeleri sonrası onların hırsızlık yaptıkları ve at çaldıkları da tesbit edilmiştir. Cevdet Paşa Avşar ve Sırkıntılıları kastede-rek "bunlarda dahi hırsızlık adeti var ise de Kürtlere nispetle pek ehven ve ehl-i ırz ademlerdir" demektedir. Şunu da belirtelim Avşarlarda hırsızlık-tan (gizlice alınan) ziyade talan (zorla alınan) söz konusudur. Prof. Mustafa Kafalı, Dadaloğlu Sempozyumunda verdiği tebliğde bu konuya da değinmiş ve küçükken babasına neden Avşarların kavgacı tanındıklarını ve sevilme-diklerini sorduğunu, babasının da "Oğlum sefalet, asaleti bozar" dediğini anlatmıştı. Bu yüzden yapılan bu fiillerden dolayı ne Avşarları, ne Çerkezleri ne de başka bir grubu suçlamak o dönemin şartları dikkate alındığında doğru olmaz kanaatindeyiz.

2. İskan Olayı ve Sonuçları

Osmanlı Devleti Çukurova'da asırlardır devam eden bunalımı sona erdirerek Türkmenleri yerleşik hayata geçirmek, Ermeni meselesini hallet-mek ve burada önemli güç haline gelen derebeylerini ve özellikle Avşarların güç verdiği Kozan oğullarını yıkıp merkezi idareye bağlamak, yüzyıllardır boş ve harap olan uçsuz-bucaksız ova ve araziyi tarıma açıp, bölgeyi şen-lendirmek için Fırka-i İslahiye adıyla bir birlik kurmuştur. Başında askeri harekat başkanı Derviş Paşa, idari işler başkanı A. Cevdet Paşa'dır ve asıl yetki de Cevdet Paşadadır.

Fırka-i İslahiye'nin kuruluş sebebi, 1853 Kırım Harbi'ne kadar da-yanır. Bu savaş esnasında çekilen asker sıkıntısı, Gavur ve Kozan dağları bölgesinden asker istenmesine yol açar. Ancak bu istek başına buyruk ha-reket eden aşiretlerce hoş karşılanmaz. İngilizlerin baş tercümanı Pizani'nin "Eğer teminat verirseniz biz Kozan-Oğlunu muharebeye sevk ederiz" diye-rek bölgeyi Osmanlı idaresine sokma teklifi de Sadrazam Reşit Paşa tara-fından yabancı eli girer ve karışıklık çıkar endişesiyle reddedilir. Reşit Paşa "Kozan bir müddet daha devlete isyanda devam ederse, oraya ecnebi eli girer ve Kozan'da imtiyazlı bir hükümet meydana gelir, başımıza bela olur. Şimdi sırası değil fakat ilerde Kozan'ı ıslah etmeliyiz" diyerek endişesini dile getirmiştir. Görüldüğü gibi Aşiretlerin devlete karşı tutumundan yarar-lanmak isteyen İngilizlerin bölgeye sokulma çabası vardır. Böylece ileri bir tarihe ertelenen bu iskan işi şartların da elvermesiyle 1865'te Osmanlı or-dusunun Çukurova'ya gelmesiyle başlamış oldu. Sümer, Fırka'nın asıl ama-cının Çukurova'da daha iyi hayat şartları sağlamaktan ziyade çekilen asker sıkıntısını telafi etmek ve bölgeye yabancı eli girmesini engellemek için olduğunu söyler.

Fırka-i İslahiye'nin amacı, İskenderun'dan, Maraş ve Elbistan'la Ki-lis'ten Niğde ve Kayseri'ye Adana Eyaletinden Sivas Eyaleti hududuna ka-dar olan bölgeleri itaat altına almaktı. Ancak bundan ilki yani İskende-run'dan Maraş ve Elbistan'a kadar olan sahanın iskanı yapılabilmiş, diğer kısmının iskanı ise daha sonra güçlükle ve çatışmalarla sağlanabilmiştir. Padişah Abdülaziz (1861-1876) döneminde kurulan bu ordu yedi Balkan taburu, I tabur Girit askeri ile Hassa ikinci süvari alayından oluşuyordu. Harekata katılan diğer gruplarla birlikte on beş piyade, iki alay süvari ve 500-600 Çerkez-Gürcü atlılardan müteşekkildi.

Bütün bu bölgelerde sayısı 26'yı bulan (5'i aile) bir aşiret ve aile topluluğu vardı. Bunlar, Afşar, Varsak, Reyhanlı, Sırkıntılı, Tecirli, Cerid, Oruçlu, Karacalar, Yağı-basan, Boz-doğan, Ulaşlı, Kapulu, Delikanlu, Çelikanlu, Kırıntılı, Lek, Hacılar, Karafakılı, Şeyhler, Okçu İzzeddinli ve Amiki aşiretleriyle, Kozan-Oğulları (Kozan, Türkçe'de tavşan demektir.), Küçük Ali-Oğulları, Kökülü-Oğulları, Menemenci-Oğulları ve Karsantı-Oğulları aileleri idiler. Çukurova'nın en büyük aşiretlerinden biri olan Sırkıntı aşireti batılı seyyahlar tarafından Afşarlara mensup bir oymak ola-rak gösterilmiştir. Sırkıntılılar ile ilgili en eski bilgi 1730 tarihine aittir. Bu tarihte Sırkıntı-Oğlu Mehmet, Karsantı-Oğlu, Karanebi-Oğlu ve Kerim-Oğlu ile birlikte Rakka'ya iskanı emredilen Recepli Avşarı'nın kaçmasını önleme-ğe memur edilmişti. Bunlardan Yağı-Basan aşireti de Avşar olmalıdır. Çünkü Pınarbaşı'nın Şabanlı köyünde oturan Körcüklü sülalesi Çukuro-va'dan gelmedir. Körcüklülerde anlatılan aşiret geleneğinde Körcüklüler ile Yağı-Basan aşireti iki kardeşten türemedir. Kendilerinin göç ederek bu böl-geye geldiklerine, Yağı-Basan'ın ise yerinde kaldığına inanılıyor. Ayrıca Kadirli'nin Araplı köyü Avşardır ve Yağıbasan sülalesi yaşamaktadır. 31 cemaatten oluşan Afşarlar Çukurova'nın en büyük aşireti idi. Kozan şehri ile Ceyhan nehri arasında kışlarlar, yazın ise Uzun Yayla'ya çıkarlardı.

Bu ailelerden, Antep'ten gelme ve üçyüz hanelik Arıklı obasından olan Kozan-Oğulları en kuvvetlileri olup Çukurova'da her zaman ağırlıkları hissedilmiştir. Afşarlar büyük ölçüde Kozan-Oğulları'na destek vermişler ve onlara bağlı bulunmuşlardır. Yabancı seyyahlar Kozan-Oğulları'nı Afşar Beyleri olarak göstermişlerse de, 1719 tarihli bir hükümde Osmanlılarca Varsak Türklerinden oldukları belirtilmiştir. Faruk Sümer de Kozan-Oğullar'nın Varsak oldukları görüşündedir. Ancak Kozan oğullarının An-tep'ten geldikleri ve bu bölgenin Boz-Oklara mensup olduğu düşünülürse onların Boz-Oklardan olduğu ve Afşar olma ihtimallerinin yüksek olduğu anlaşılır. Üstelik 1690 yılında Avusturya Seferine çağrılan Kozan-Oğlu ve Varsaklar ayrı birer cemaat olarak zikredilmiştir. Günümüzde bazı Afşar köylerinde soyu Kozan-Oğulları'ndan inen bir kısım aileler de Afşar oldukla-rını söylemektedir.

Kozan ve havalisini ellerine geçirmiş bulunan Kozan-Oğulları, böl-gedeki aşiretleri de (Afşar, Sırkıntı, Varsak, Tecirli, Cerid) kendilerine bağ-layarak özellikle de Afşarlara dayanarak devlete karşı geliyorlardı. Kozanlı-ları sindirmek için gönderilen kuvvetler ise başarı elde edemediler. Kozan-Oğlu Büyük Yusuf Ağa'nın, Yozgat'taki Çapan-Oğulları'ndan Cabbar-zadeler Kozan'a saldırınca onları büyük bir bozguna uğratması ünlerinin yayılmasını sağladı. 1832 yılında Mısırlı İbrahim Paşanın Adana'yı ele geçirip, Ko-zan'a yürüdüğü sırada onu da yenmesi üzerine şöhretleri arttı. Öyle ki, padişah emirleri geldiğinde gönderdiği cevapta "Ammimoğlu bunca memaliki havza-i tasarrufuna geçirmiş, bir avuç Kozan dağlarını dahi bana çok görmemelidir." diyecektir. Kıbrıslı Mehmet Paşa'nın, üzerlerine gön-derdiği bir fırkayı da Kadirli civarında yenmeleri üzerine tamamen ser-best kalmışlar ve bölgenin tek hakimi durumuna gelmişlerdir. Kozan-Oğulları kime güvense üzerine aşiretlerden birini musallat ettiğinden Adana Meclis-i Kebiri'nde bile alenen Kozan oğlu aleyhine söz söylemez idi. Kozanoğlu'nun izni olmadan hiç kimse Kozan'a giremez, Kozan hududun-dan çıkamazdı. Kozan oğulları idaresinde Kozan iki kısma ayrılıyordu. Garbi (Batı) Kozan: Kozan oğlu Ahmet Ağa yönetiminde Kozan'dan Adana'ya kadar Çukurova. Şarki (Doğu) Kozan. Kozan oğlu Yusuf Ağa yönetiminde Kozan'dan Uzunyayla'ya kadar olan yerler.

28 Mayıs 1865 tarihinde gök renk ordu İskenderun'da karaya çıka-rak padişah fermanının daha açık izahı olan beyannameyi beylere gönder-meye başladılar. Fermana karşı gelenlerin kahrolacakları, sığınanların ise korunacakları beyan edildi. Fermanda Çukurova halkına hitaben şöyle deni-liyordu :

"...sizler servet imar edilirse ülkenin en verimli yerlerinin halkı o-lup, sizin dahi her gün saadet haline kavuşmanız, buraların emniyet ve huzurunun istenilen olgunluğa gelmesi istenir ve arzu olunurken, nasılsa durumunuzla ilgilenilmediğinden ve içinize uygunsuzluk girdiğinden bir müddetten beridir bu dağlarda zarar verecek bir takım hareket vuku bul-makta ve bu ise halkın beylerini zor kullanma yolunda ve eski derebeyliğin özelliği olduğundan ve halkın bireylerinin dahi bir kısım cahil ve kötü mak-satlıların ‹İslamiyet ve insaniyete karşı olarak bölgede serkeşlik ve kötülük yoluna gittiklerinden, bütün halkı töhmet altında bırakıp vatanınızı fitne ocağı ve hırsız yatağı şeklinde göstermekte oldukları" belirtilerek "...bir elde bağışlama beratı ve diğer bir elde şeriatın adalet kılıcı olarak gelindi. şahane askerlerin üzerinde dalgalanan sancak herkes için sığınılacak gü-venli bir yer olduğundan sığınanların korunacağı, askerin süngüsüne karşı gelenler dahi kahrolup yok olacaklardır".

Padişah fermanı aşiretler arasında büyük bir panik meydana getir-miştir. Dadaloğlu bunu şöyle söylüyor:

"Belimizde kılıcımız kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın, dağlar bizimdir."

Önce Gavur ve Kürt dağları ile Amik ve Dumdum ovasında ıslahat yapıldı ve buradaki aşiretler başarıyla yerleştirildi. Yeni kasaba ve köyler kuruldu. Buradan geçilerek Osmaniye ve Hemite kalesi bölgesi iskan edildi. O dönemde Çukurova'nın bomboş, ıssız ve tarıma kapalı olduğu unutul-mamalıdır. Bataklık ve sivrisineğin bol olduğu bu yerde sıtma da kol gezi-yordu. Gavur ve Kürt Dağları'nın iskanı yapıldıktan sonra Çukurova tarafına geçildi. Burada Dulkadırlı'ların eski hükümet merkezi olan ve harap bir halde bulunan Kars-ı Zülkadriye, yeniden imar edilerek çevredeki aşiretler-den bir bölüm buraya yerleştirildi. Böylece Tatarlı, Sunbas ve Savrun nahi-yelerinden kurulu Kadirli Kazası oluşturuldu. Fırka-i İslahiye buradan Ko-zan'a (Sis) doğru yol alır.

Fırka gelinceye kadar Kozan'a devlet kuvvetleri girmemişti. Ermeni-ler, Fırkayı neşeyle karşıladıkları halde Kozan oğulları ve Afşarlar karşıla-maya gelmediler. Bu sırada halk zaten yaylada idi ve Kozan'da birkaç bek-çiden başka kimse yoktu.

Derviş ve Cevdet Paşa önce Ahmet Ağa ile anlaştı. Derhal padişah-tan irade çıkarılıp Ahmet Ağa, Paşa yapıldı ve Kütahya mutasarrıflığına tayin edildi. Yusuf Ağa ise 2500 kuruş aylıkla Maraş'ta ikamete razı edildi. On üç yaşındaki oğlu Ali ise Mekteb-i Harbiye'de okutulacaktı. Kozan-Oğulları'ndan öteki kişiler de birer miktar maaşla başka illere gönderildi. Ancak Yusuf Ağa Sivas'a giderken yolda Avşarlar tarafından karşılanır ve savaşması için ikna edilir. Bunun üzerine Avşarların desteğini alan Yusuf Ağa Fırka-i İslahiye'ye karşı savaş açtı. Çoğu Avşarlardan kurulu kuvvetleri ile Haçın, Feke bölgelerini ele geçirdi. Çukurova'ya beyannameler dağıtma-ya başladı.

Oysa ki, Derviş Paşa'nın şeş-hane topları, mavzerleri karşısında; Türkmenlerin kılıcı, gürzü, mızrağı, filintası tesir etmeyecekti. Islah ordusu Afşar topraklarına yaklaşınca herkesi bir korku aldı. Savaş olacak, kan aka-cak, kısaca Türk Türk'ü kıracaktı.

Diğer oymakların kolayca iskan edilmelerine karşı Afşarlar diren-mişler ve neticede ordunun sert tedbirler almasına yol açmıştır. Dadaloğlu, bu günleri "Hiç gitmiyor aşiretin belası" diye anlatmaktadır. Beladan kasıt ise iki şeydir. Biri Avşarların "gecebaş" dedikleri sıtma hastalığı, diğeri ise Osmanlı'dır. Fırka ile Yusuf Ağa arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Paşalar yöre halkını Kozan oğulları aleyhine ayaklandırmaya çalıştı ise de başara-madı. Bu arada Gürleşen Köyünden (Feke'ye bağlı) Misli Hasan Kahya hile ile Yusuf Ağayı yakalar ve Fırkaya teslim eder. Yusuf Ağa kaçsa da askerler tarafından vurulur ve yaralı yaralı idam edilir. Dadaloğlu bir şiirinde Yusuf Ağa'yı şöyle anlatıyor.

"Aşağıdan Yusuf Paşam geliyor
Düşmanına karşı koyan mert olur
Şahin kocasa da vermez avını
Aslı kurt yavrusu gene kurt olur"

Bu çarpışmalarda büyük zayiatlar verilmiş, "boynu uzun atlar mezata gitmiş, çadırlar sökülmüş, kavgaya girenler sağ çıkmamıştır".

Kozan oğulları, itaat altına alındıktan sonra İstanbul, Şam, Trablusşam, Yozgat ve Sivas taraflarına sürüldüler (Sözgelimi İstanbul'da oturmasına izin verilen Kozan-Oğlu Ahmet Bey, hasret ve acı dolu bir mek-tubu II. Abdulhamit'in selamlık arabasının içerisine atınca bu olayı haber alan padişah "bana kağıt atan her şeyi atar" diyerek Ahmet Bey ve arka-daşlarını Trablusgarb'a sürdü). Kozan ve çevresi üç kazaya bölündü (Sis, Belenköy, Haçın). Kadirli'de bunlara eklenerek 4 kazadan oluşan bir sancak oluşturuldu ve kaymakamlığına Mirliva Hüsnü Paşa getirildi. Merkez olarak ta Sis kasabası uygun görüldü. Bu arada, daha ordu Sis'te iken halk arasında kolera hastalığı yayılır ve Fırka-i İslahiye askerlerine de sıçrar. Çok sayıda ölenler olur. Hastalık yüzünden fırka daha ileri gidemedi. Fe-ke'de bir miktar asker bırakılıp geri çekildi. İskan diğer yerlerde başarılı olmuşken Kozan'da yarım kaldı. Bu savaşlar sonunda Afşarların ileri gelen-lerinden bir kısmı tutuklanarak İstanbul'a gönderildi. Halit Bey Diyarbakır'a sürüldü (Pınarbaşı'nın Halitbeyöreni köyü, Avşarların miri reisi olan Halit Beyin yaşadığı yerdi.). Hacı Bey ise obasını alarak Bozok'a gitti. Neticede Afşarlar Fırka-i İslahiye ile anlaşmaya varabilmişlerdir. Onlar yaylakları olan Uzunyayla'da yerleşmeye razı olmuşlardır.

Avşarların iskanı kabul ettiği bu sıralarda ise başlarına yeni bir fela-ket gelecektir. Rus istilası sonucu memleketlerini terk ederek İmparatorluk Türkiye'sine sığınan Kafkas muhacirlere yer arayan devlet, iskan siyaseti-nin en hatalı işini yapıyor ve bula bula yerleşmeyi kabul eden Afşarların yurtlarını ve yaylalarını bularak bu muhacirlere veriyordu. Basiretli bir iskan siyaseti, bu Çerkez muhacirlerin boş yerlere iskan olunmasını gerektirirdi. Halbuki vatandaşlık insan ve mülkiyet hakları çiğnenerek iptidai bir usulle yıllardır bu toprakların sahibi Afşarlar sürülüp, yurtları muhacirlere verilecektir. Uzunyayla'nın Çerkezlere verilmesini bizzat Abdülaziz ve o dönemin hükümeti emretmiştir. Bunda herhalde Abdülaziz'in annesinin Çerkez olmasının yanında Rus istilası sonucu Osmanlı'ya Çerkezlerin göçü başlayınca, padişah sarayı ile büyük konakların Çerkez cariyeler ile dolmuş olmasının büyük rolü vardır. Son zamanlarda kadın efendiler ile Valide Sul-tanlar da Çerkez kadınlar arasından çıkmıştır.

Avşarlar kendi yaylakları olan Uzunyayla'ya Çerkezlerin yerleşmesini önlemek istemişler ve bunun sonucunda iki taraf arasında çatışmalar patlak vermiştir. Bu tarihlerde hükümet göçebelere karşı göçmenleri daha fazla koruyordu. Çünkü Afşarları kontrol altına almak için Çerkezlerden yararlanmaya çalışmaktaydı. Ayrıca Afşarların Uzunyayla ile Çukurova ara-sında gidiş gelişleri sırasında çiftçi halkın tarla, bağ ve bahçelerine zarar vermeleri yüzünden bu halkta hükümete Afşarlardan olan şikayetlerinin iletmişlerdir. Bu da hükümeti Afşarların aleyhine daha çok döndürmüştür. Devlet, Çerkezleri Uzunyayla'nın giriş ve çıkışlarını kontrol ederek Afşarları buraya girmekten men edecek geçitleri koruma görevini yerine getirebile-cekleri yerlerde yerleştirildi. Bunun üzerine Afşarlar, Çerkezlere saldırarak zayiat verdirmişler, sonuçta iki taraf arasında çetin çatışmalar olmuştur (1861. Bu çatışmalar genelde Halitbeyöreni, Kaynar ve Yahyabey köyleri arasındaki sahada gerçekleşti). Sivas Valisi olay yerine gelerek iki tarafı barıştırmış ve Afşarların öldürdükleri Çerkezler için diyet olarak bir miktar para vermeleri ile olayları yatıştırmıştır. Ancak ertesi yıl aralarında yine çatışma çıkınca, hem Çerkezlere hem de yerli halka karşı tehdit oluşturduk-ları gerekçesiyle devlet Afşarlar üzerine asker gönderdi. Bu savaşlarda Çerkezlerinde desteklediği Osmanlı ordusu Avşarları kırarak itaat altına aldı. Devlete olan birikmiş vergi borçlarını da ödemeye zorlamış ve bir kıs-mını Harput ve Kastamonu gibi uzak yerlere iskan etmiştir. Ayrıca elebaşla-rının bazılarını kur'a neferi olarak askere almış, bazılarını da Ergani Made-ni'ne sevk etmiştir. 1863'te Afşarların hükümetin otoritesi altına alınmaları ve bilhassa 1865'de zorla toprağa bağlanmaları ile Çerkezlerin Uzunyayla'ya yerleştirilmesi kolaylaşmıştır.

Ayrıca bazıları devlet tarafından Artvin bölgesine yerleştirilerek sı-nırda görevlendirilmiştir.

İskan sırasında Afşar boy beyi Çerkez-Oğlu Hacı Bey'dir. Zamanla Çerkezlerle Afşarlar arasında sükunet olur ve Pınarbaşı ilçesi Potuklu köyü sınır kabul edilir. Böylece devlet desteği ve beylerin de göz yumması ile Razamazan-oğullarından bu yana Afşarların yurdu olan Uzun yayla Çerkez-lere terk edilir.

Afşar Beyi Hacı Bey Fırka-i İslahiye'ye gelerek Uzunyayla'nın elden çıkması ve yerleşmekte devlet emri olduğundan Sarız havalisine aşireti ile yerleşmek istediğini belirtir. Böylece Afşarlar Kayseri yöresinde Sarız, Pınarbaşı ve Tomarza ilçeleri, Adana'nın Tufanbeyli, Kozan, Kadirli ilçelerin-de yerleştirilir. Yeni köyler, kasabalar kurulur. Nüfus kütüklerine geçerek ilk defa resmen Osmanlı vatandaşı olurlar. Arazi tapuları ise bundan sonra verilmeye başlandı.

Sırkıntı aşiretine gelince, onlar Çukurova'da kışlar, İnderesi'nde yaylaya çıkarlardı. Sırkıntılılar, henüz 1859'da Kozan-Oğullarının idaresi altında zulüm gördükleri için ziraatla uğraşmak istediklerini bildirerek is-kanlarını istemişlerdi. Fırka onları kışlaklarına iskan etmiş ve bir çok köyler kurmuşlardı. Sırkıntılılar, Sarıçam ile Ceyhan nehri arasında 18 köyde yaşamaktadırlar ve Tepecikören köyü bey köyüdür.

Fırka-i İslahiye ile Türkmenlerin son savaşı 1877'de Kilken Çayı ile Akdeğirmen (Kozan Barajı kuzeyi) tarafında oldu. Türkmenler 75 ölü ve 200 yaralı verirken Fırka görevlisi Akif Paşanın tek ölmüş adamı yoktur.

Fırka-i İslahiye'nin bu iskan hareketi bazı zararlar doğurmasına rağmen başarılı olmuş ve devir için faydalı hizmetler görmüştür. Bölgedeki aşiretlerin çoğu zorluklarla karşılaşılsa da başarıyla yerleştirilmiş, kimi aşi-retler de kazanılarak iskana kolaylık göstermelerine sebep olmuştur. Üste-lik, daha önce yerleşik hayata geçen bazı aşiretlerin hayat seviyelerini yük-selmesi aşiretlerin bir kısmını iskana yönlendirmiş ve Fırka'nın gelmesinden çok önce yerleşmek için baş vuranlar da (Kırıntılı ve Sırkıntılılar) olmuştur. Böylece yerleşilen bölgeler şenlenmiş, ziraat gelişmiş ve kargaşa sona er-miştir. Kurulan kasabalar zamanla gelişerek günümüzde önemli merkezler haline gelmiştir. Islahatın bazı hataları yüzünden bölgeyi terk eden (genel-likle Halep ve çevresine kaçmışlardır) aşiretler de olmuştur. İskan sırasında konar göçerlerin hayvan otlatmalarına bakılarak iskan sahasında mera bulmalarına dikkat edilmiş, kendi istedikleri yerlere yerleşmelerine rıza gösterilmiştir. Ancak fırkanın bu hoş görünüşü Afşarlardan esirgediğini görüyoruz. Onlar nüfus bakımından diğer Türkmenlere nazaran daha kala-balık olmalarına rağmen, dağlık, dar ve verimsiz bölgelere yerleşmek mec-buriyetinde kalmışlardır. Toplu olarak ise Kayseri'nin Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza ilçeleri ile bunlara bağlı yüz civarında köye yerleşmişlerdir. Yayla yöresine yerleşenlere Çukurova'ya inmek; Çukurova'ya yerleşenlerin ise yayla yörelerine gitmeleri yasaklanmıştır.

Prof. Besim Atalay bu konuda şunları söylüyor.

"Kuru iskan imha demektir. Asırlardan beri alışılan bir hayat tarzı birden bire değiştirilemez. Bunlar derece derece iskan ve ıslah edilmeleri gerekirken bu yapılmadı. Üzerlerine asker çekildi. Ordu sevk edildi. Topa tutuldu. Obaları, yaylaları, kışlaklar yakıldı, yıkıldı, beyler kurşuna dizildi. Kadın ve çocuklar öldürüldü. Gelinler esir edildi. Neticede Türklük dağıtıldı. Türklüğü üç büyük kıtada hakim kılan bu sevimli babayiğitlerle beraber ocakları, koyunları, hayvanları mahvolup gitti."

Ünlü ozan Dadaloğlu da bu olayı şöyle anlatıyor :

"Derviş Paşa, yaktı yıktı elleri
Soldu bütün yurdumuzun gülleri
Karalar giydik te attık alları
Altınımız geçmez akça tunç oldu"

19.yy'da Anadolu'yu gezen Avrupalı gezginler yoksul fakat asil ruh-lu ve namuslu Türk milletinin fena idareciler elinde mahvolduklarını söylü-yorlardı.

200 yıla varan iskan siyaseti sonucu Afşarlar, en son Kayseri'ye yerleşmişlerdir. İskanda Adana'da iki Afşar köyü kurulmuştur. Amber Ağa, obası ile Fırkaya gelerek yerleşmek istemiş böylece Amberin-arkı köyü kurulmuştur. Diğeri ise Azaplı köyüdür. Uzunyayla'ya gelince burada sade-ce bir tek Afşar köyü yerleşmiştir. Şarkışla'ya bağlı Kapaklıpınar köyü. Af-şarların geri kalan bakiyeleri ise Adana'nın Tufanbeyli, Kozan ve Kadirli ilçelerinde yerleşmiş, bir kısmı Maraş ve Sivas dolaylarına bir kısmı da İsla-hiye bölgesinde ve Hatay'da yerleşmişlerdir. Onlar bu son iskandan önce sürüldükleri Yozgat ve Kırşehir'de kalarak köyler kurmuşlardır. Ankara ve Kırıkkale çevresinde de Avşarlar önemli izler bırakmışlardır.

Afşarlar, Anadolu Türkmenleri içerisinde en geç yerleşmeye razı ol-duklarından, Toros Dağları'nın verimsiz topraklarında, diğer yerleşik nüfusa nispeten fakir düşmüşlerdir. Reform ordusu, Afşar aşiret ruhunu silmek, göçebelik döneminin kötü hatıralarını yok etmek için; yerleşik hayatta köy-lü olarak sulh içinde üretim hayatına geçmelerini uygun görmüştür. Diğer yanda Sivas, Maraş havalisinde Ermenilerin çoğunlukta bulunduğu yerleşim merkezlerinin arasında; Saimbeyli'den öte Kayseri-Sarız arasında; Afşar ismiyle değil, Afşar oba ve aile isimlerine göre köylerde oturmalarına, dola-yısıyla kümelenip il tutmalarına izin verilerek Ermeni isyanlarına karşı bir güvenlik unsuru olmaları düşünülmüştür.

Devlet, Afşarlara hesap yapmadan, el işaretiyle sadece bölge gös-tererek onlara yerleşmelerini istemiştir. O sebepten iskanın ilk 10-15 yılı oldukça karışık geçmiştir. Akraba olanlar, aynı obadan olanlar, aralarında özel dostluklar bulunanlar aynı köye veya birbirlerine yakın köylere yerleş-tirilmişlerdir. Yeni kurulan köylerin isimleri de bu zamanlarda verilmeye başlanmıştır. Fakat devlet tarafından aşiret ismiyle anılan köy ve mahalle kurmaları yasaklanmıştır. Bunun en büyük amacı ise, göçerliklerini, yani Afşar Türkmeni olduklarını unutturmaktır.

"Yabanlu Pazarı" adlı çalışmasını yaparken Avşarların yaşadığı köy-leri gezen rahmetli Prof. Faruk Sümer aynen şunları yazmıştı. "Ne Afşarlar uğradıkları haksızlıkları Cumhuriyetten önceki hükümetlere anlatabilmişler, ne de hükümetler onların meselelerini anlayabilmişlerdir. Bu yüzden Avşar-ların mağdur durumları bugüne kadar sürüp gelmiştir. Bey aileleri de boy-daşları gibi yoksul bir duruma düştükleri için töre korunamamış ve eski bir söz ile -her ev bir Kara Han- gibi olmuş yani töreleri çiğneyerek başına buyruk hareketler başlamıştır. Bunun sonucunda kendi aralarında sık sık çıkan üzüntü verici hadiseler bugüne kadar sürüp gelmiştir. Komşularından onlar hakkında menfi sözler işitilmesinin sebeplerinden biri de herhalde budur. Ancak Afşarları küçümseyen mağrur komşuları onların evlerini gece yarısında bile gelen en yoksul yolculara açtıklarını ve yoksul ev sahiplerinin yarım ekmeklerini bir daha karşılaşmayacakları konuklarına yedirdiklerini itiraf etmişlerdir. Böyle bir hareket yüksek bir insanlık duygusuna sahip olmakla ilgili değil midir ? "

Bu karışık dönemin ardından Afşarlar yaylada ilk kışlarını geçirmeye başlamışlar; ilk birkaç yıl içinde hastalıktan soğuktan ölenler ve telef olan hayvan sürüleri oldukça çoktur. Duvar ustası, demirci, kalaycı gibi zanaat-karları Saimbeyli Ermenilerinden sağlamışlardır. Sabanla çift sürmeyi, ekin biçmeyi, tırmık çekmeyi ve bostan ekmesini ise 93 muhacirlerinden öğ-renmişlerdir.

İskandan sonra 1877-78 Türk-Rus savaşına (93 Harbi) katıldıklarını ve çok sayıda şehit verdiklerini görüyoruz.

Türk İstiklal Harbi esnasında Afşar vatanseverlerinin, Toros Dağla-rı'nda kümelenmelerinden dolayı ortaya koydukları kahramanlık hareketleri milli iradenin eşsiz örnekleri arasındadır. Onlar Enver Paşa komutasında Sarıkamış harekatına katıldıkları gibi güney cephesinde de Osman Tufan Paşa'ya yardımcı olmuşlardır. Tufan Paşa "Afşar aşireti temiz bir Türk kabi-lesi olup Aziziye mıntıkasında ziraatçılık yapar, silahını iyi kullanır, kuvvetli bir aşiretti." diyor. Afşarlar, Toroslarda Ermeni ve Fransızlara karşı Gizik Duran emrinde de savaşmışlardır. Onlar bu savaşlarda bütün varlarını-yoklarını harcayarak tamamen fakir düşmüşlerdir. Milli Mücadele yıllarında merkeze yazılan bir raporda ; "Aziziye Kazasının 70 köyünü halis Türk olan Afşarlar'ın teşkil ettiği, bunların Kozan hududunu oluşturan Sarız nahiyesi ile Toklar ve Pazar-viran'da sakin oldukları, son harpte varlarını yoklarını verdikleri ve bundan dolayı tam manasıyla fakir düştükleri, koyunculuk ve ziraatçılıkla uğraştıkları, hayvanlarını en yakın çıkış yeri olan Çukurova'ya indirerek satmak zaruretinde oldukları" belirtilerek, devamla şöyle denmek-tedir : "Bu bölgenin ticaret ve geliri Adana ve Maraş Pazarlarına dayandığı için ve buralar işgal altında olduğundan, her ne kadar Gürün, Aziziye, Da-rende, Malatya, Kayseri halkı tamamen halis Türk'te olsa, menfaatlerini Devletin gözetmesi lazımdır, yoksa bölge halkının devlete bağlılığı sözde kalır". Afşarların bu derece Kuva-yı Milliye hizmetinde bulunmaları; on-ların şecaatinin yerleşik hayata geçişte, mili kahramanlığa dönüşmesi ola-rak görülebilir.

İskandan sonra günümüze değin geçen süre zarfında köylerde ta-rım ve hayvancılıkla geçinmeye çalışan Afşar Türkmenleri, dağ köylüleri olarak ihmal edilmiş ve yoksulluğa terkedilmişlerdir. 2500 yıldır Türk ismi-nin ulaştığı her yere giderek devletler ve hanedanlıklar kuran, Türk'ün ada-letini Sirderya ve Mısır arasındaki bütün bölgelere götüren, Anadolu'yu Türk ve İslamlaştırmada en büyük gayreti gösteren aşiret sanki bunlar değil. Bin yıl evvel Orta Asya'da nasıllarsa, Anadolu'da da aynı kalmışlar, geleneklerini ve kültürlerini çok iyi şekilde muhafaza etmişler, taklit ve yozluğa sapmayarak Türkmenliklerini, Yörüklüklerini korumuşlardır. Bunun en güzel örnekleri Avşarlarda yaşayan ve Orta Asya'ya bağlılıklarını göste-ren bir takım atasözleridir. Tomarza'nın Taf (şimdi Dadaloğlu kasabası) köyünden Beşir Önder'den derlenen bu sözlerde Türkistan'da yaşayan bazı Türk boy ve yer adlarının geçmesi dikkate şayandır. Bu atasözlerinin bazı-ları halen köylerde hatırlanmaktadır. Bir misal olması bakımından bu ata-sözlerini buraya alıyoruz.

"Hunlu ettin, ünlü ettin (Hun Türklerine işaret ediliyor). Oğuzluyam, yavuzluyam. Oğuzlardanım (Soy şuuru). Yasa pese (emre itaat). Eğreğimde Gökbüre (Gökbörü, eski Türkçe'de Bozkurt demektir). Ergonem var, erginem var (anlamı durak yerlerim, delikanlılarım var. Ergenekon adıyla benzerliğine dikkat edin). Otaklı, ötekli (Oturacak yeri, söz söyleye-cek insanı var. Otağ, hükümdar çadırına denirdi). Gonca güllüyüm, Beğdilliyim. Şoru Beydilli, boyu bozkurt (Şor - söz). Beğdilli, dili ballı (bi-lindiği gibi Beydililer, Yıldız Han soyundan olup Avşarın küçük kardeşidir). Dili ballı bozkurt. Haycı Nogaycı (Yaygaracı insanlara denir). Özbek özbek (Pek arzu sahibi). Kınıklı, konuklu (Misafir seven insan için söylenir). Allı ol, kaylı ol (İyi giyin demektir. Kayı boyu kastediliyor). Soylu Kaylı (asil kişi). Aral'dan Tural'a (Her yere yol gider). Baykal'da su arar (olmayacak işin peşinden gidenlere denir). Harzem'de hazinem (fakirliğine bakmayıp söz edene denir). Çin başı bir akça (değersiz iş için söylenir). Yolumuz Tibet'e (zor ve kötü iş, kötü insana iş düşünce söylenir). Hazer'den kaçar, bezere gider (işini bilmeyen şaşkın). Havran eniği, gökbörüğü (Avşarlarda eskiden nineler torunlarının saçlarını böyle söyleyerek okşar ve severlermiş). Kar-deş gibi yaren Turan gibi yayla olmaz.

Kaynak : Adnan Menderes Kaya (Avşar Türkmenleri)



Bugün 47 ziyaretçi (59 klik) kişi burdaydı!
*Sirius-b *MS *Pardus Semerkand TV

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol