|
Oğuz Kağan Destanı - ZÜLKARNEYN OĞUZ HAN
|
|
|
ZÜLKARNEYN OĞUZ HAN (BİLGE KAĞAN, METE HAN)
Albümler
ZÜLKARNEYN OĞUZ HAN (BİLGE KAĞAN, METE HAN)
https://www.youtube.com/watch?v=0jwD_jHF-XA *
Oğuz Kağan ile Bilge Kağan ve Mete Han aynı kişidir. Kehf Suresi ile Bilge Kağan'ın Orhun Yazıtları aynıdır. Zülkarneyn'in Büyük İskender olduğu yönünde bir iddia vardır, ancak bu mümkün değildir. Büyük İskender kafirdir. Oğuz Kağan, Hz İbrahim ile Hacc'a gitmiştir. Zülkarneyn, çift boynuzlu ve iki zaman sahibi demektir. Oğuz, güçlü, kuvvetli anlamındaki öküz, öğüz kelimesinden gelmiştir. Öküzün de boynuzları vardır. Oğuz Kağan, Mete Han'ın ünvanıdır ve aslında Zülkarneyn de bir ünvandır. Osmanlı'nın mensubu olduğu Kayı boyunun tamgası da boynuz şeklindedir. Hz Zülkarneyn, Hz Hızır gibi, Allah tarafından seçilmiş, olağanüstü özellikleri olan salih bir zattır. Zülkarneyn için zaman sınırı yoktur, istediği zamanda bulunabilir. İki zaman sahibi denmesindeki sır, Zülkarneyn'in zaman yolculuğu yapabilmesidir, yani gelecekteki bir zamandan bu zamana gelmesi, yada bu zamandan geçmişe gidebilmesi gibi. Zülkarneyn, zamanlar arası yolculuk ederek, Allah'ın emrettiği düzeltmeleri yapar. Bu sayede Allah, dininin tahrif edilmesini yada yok olmasını önler, imtihan dünyasını dengeler. Hz Zülkarneyn ve Hz Hızır, düzelten, dengeleyen, Allah tarafından seçilmiş kişilerdir. Osmanlı, Oğuzlar'ın Bozok kolunun, Günhan boyundan, Kayı boyuna mensuptur. Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve malik demektir. Karn ise, boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilir (el-Firuzabadî, el-Kamusu'l-Muhît, Kahire 1332, IV, 257 vd). "(Ey Muhammed), sana Zülkar neyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım. Biz yer yüzünde onun için sağlam bir mekan ve orada istediği gibi hareket edeceği yönetim hürriyeti hazırladık ve kendisine (muhtaç olduğu) her şeyden bir sebep verdik (ulaşmak istediği herşeye ulaşmanın yolunu, aracını verdik). O da (kendisini batı ülkelerine ulaştıracak) bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, onu, kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir kavim buldu. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, (onlara) ya azab edersin veya kendilerine güzel davranırsın (onları güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle yaparsın). Dedi: Kim haksızlık ederse, ona azap edeceğiz) sonra o, Rabb'ine döndürülecektir. O da ona görülmemiş bir azab edecektir. Fakat inanıp iyi iş yapan kimseye de en güzel mükâfat vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz (kolay işler yapmasını emrederiz, zor işlere koşmayız onu). Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu, öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlara güneşin önünden (korunacak) bir siper yapmamıştık. İşte (Zülkarneyn) böyle (yüksek bir mevkie ve hükümranlığa sahip) idi. Onun yanında (daha) nice (hükümranlık) bilgisi (tecrübesi ve vasıtası) bulunduğu biz biliyorduk. Sonra yine bir yol tuttu. Nihâyet iki sed arasına ulaşınca, onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: Ey Zülkarneyn, Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? Dedi ki: Rabb'imin beni içinde bulundurduğu (mal ve mülk, sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana insan gücüyle yardım edin de, sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım. Bana demir kütleleri getirin. (Zülkarneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurup dağlarla) aynı seviyeye getirince, üfleyin dedi. Nihâyet o demir kütlelerini bir ateş haline koyduğu zaman; getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim, dedi. Artık (Ye'cuc ve Me'cuc) onu ne aşabildiler ne de delebildiler. (Zülkarneyn) dedi: Bu, Rabb'imden (kullarına) bir rahmettir. Rabb'imin va'di ge(lip Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkması, yahut kıyametin kopması gerek)diği zaman, onu yerle bir eder. Şüphesiz, Rabb'imin va'di gerçektir" (el-Kehf, 18/83-98). Bazı alimlerin rivayetine göre, Yahudilerden birkaç kişi, Hz. Muhammed (s.a.s)'e gelerek Zülkarneyn'in kim olduğunu sormuşlar. Bunun üzerine bu âyetler nazil olmuştur (en-Nisâburî, Esbâbu'n-Nuzûl, Mısır 1968, 75). Diğer bir rivayette ise, Mekkeliler kitap ehli olan Yahudilere adam gönderip Hz. Muhammed (s.a.s)'i çetin bir sınavdan geçirmek için, birkaç soru hazırlayıp göndermelerini istemişlerdi. Onlarda şu üç şeyden sormalarını tavsiye etmişler: Ruh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn Bunun üzerine ilgili âyetler inmiştir (et-Taberî, Camiu'l-Beyân, Mısır 1373, XVI, 7). Yukarıda meâli sunulan âyetlere göre, Zülkarneyn'in bazı özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür. Zülkarneyn, üstün yeteneklere, geniş kudret ve imkanlara sahipti. Bilgili, kültürlü, dünya coğrafyasının önemli bir kısmını bilen ve ilâhî yardıma mazhar olan bir kişiydi. Zalimlere hadlerini bildiren, onları cezalandıran, ahiret gününe kesin bir şekilde imân eden, ona göre hareket eden ve iyi ahlaklı dindar toplumları himâye eden bir zattı. Allah'ın salih kuluydu. Zülkarneyn, Hakk'a karşı teslimiyet gösterir, her şeyi ilâhî emrin istikâmetine çevirmeye çalışırdı. KUR'AN-I KERİM, ZÜLKARNEYN VE OĞUZ HAN'IN YENİDEN KEŞFİ Gerçekte Zü’l-Karneyn, onun etnik kimliği, tarihi varlığı, insanlığın hayrına olan yüce misyonu; Hz. Peygamber ve “Hayırlı Nesiller” den sonrada, İslam Alim veMüfessirleri’ni hemen her asırda meşgul etmiş ve bu böyle bütün sıcaklığı ile bu günlere kadar gelmiştir. Ne varki Selfet uleması müstesna, daha sonraki sırlar; özellikle Müslüman Türklerin İslam milletleri camiasına çok beretli bir millet olarak girmeleri ve camiada etkin bir millet haline gelmelerinden sonra yetişen İslam Alimleri ve hele hele çağdaş Türk Tefsir ve Hadis Otoriteleri; Zü’l-Karneyn’in bu ilahi yanı ve etkin şahsiyetini tesbit etmede bir de Türkün maşeri vedanının sesini (Oğuz Kağan Destanını) dinliyecekleri Orta Asya ve Turan yurdundaki ilahi gelişme ve baş döndürücü olaylara birde bu açıdan bakacakları ve Türk Tarihi’nin hakemliğine müraacat edecekleri yerde bu hiçbir zaman böyle olmamıştır. Bunun tam aksine, İslam Alimlerive çağdaş Türk Tefsir otoriteleri, Zü’l-Karneyn meselesinde, kendi ilahi coğrafyamıza bakacakları ve onu bu geniş coğrafya ve İslam tarihini yeni bir anlayış içinde incelemeleri gerekirken de onlar; Zü’l-Karneyni karanlık Avrupanın zulum ve şirk bataklığında aramışlar ve bu karanlıklar diyarında ayağa kalkmış ve tevhid bilincinden nasipsiz, put-perest bir dünya fatihi ve İskender-i Yunaniyi bir hidayet yolunu öncüsü yani Zü’l-Karney-i Kuran olarak göstermeye çalışmışlar ve böylece kendi fikir ve bilgi kirliliği içinde boğulup kalmışlardır. Gerçekte Zü’l-Karneyn¸ tabiri ve bu husustaki etimolojik münakaşalar bir yanaKuran-ı Kerim ve vahiy kültüründe; büyük hükümdar; doğu ve batının hükümdarı Cihan Fatihi Zamana hükmeden kişi, anlamında kullanılmıştır. Nitekim H. Yazır’da bu anlamda yaklaşmış ve şöyle demiştir. Zü’l-Karney tabiri bir lakabdır ki, Kuran’ın beyanından da anlaşılacağı vechile arzın şark-lı grbına sahip, demek olmalıdır. Lisanımızda cihangir tabir olunur.[1] Ne ilginçtir ki; Zü’l-Karneyn yed-i düvele hükmeden bu dünya fatihi hususunda büyük müfessirlerimizin bir çoğunun daha bu işin başında çıkmaz bir yola girdikleri görülmektedir. Onlar; Cenab-ı Hakkın; mümin muvakhid bir Tanrı Kulu olarak bildirdiği bu büyük Dünya Fatihi’ni belirli bir asır ve tarih süreci içinde arayacakları ve yukarıda zik-i geçen bir çok rivayetleri bu açıda değerlendirilecekleri yerde hiçbir zaman bunu böyle yapmamışlar ve kısır bir döngü içinde yuvarlanıp durmuşlardır. İşin bir de şu garabetine bakınızki bu büyük müfessirlerimizden hemen hepsi Zü’l-Karneny (zamana hükmeden kişi anlamında bir lakab) kelimesinin başındaki Zû-sahip anlıman gelen edata takılıp kalmışlar ve dünya coğrafyasında şurada burada yetişmiş büyük kahramanların, bu manada bir bir isimlerini sıralamalar ve sonrada onların; Kuran-ı Kerim de zikr-i geçen o büyük zat yani Zü’l-Karneyn olmadıklarını söylemişler ve bu manada asırlardır havanda su dövüp durmuşlardır. Müfessirlermizin bu manada baştaMakedonyalı, Büyük İskender (M.Ö. 550-486) Afridun b. Efiyan, Merziban b. Merduye, Ebû Rayıs b. Sa’b, bu arada İran Kisrası, Nuşirevangibi daha bir çok kimseleri Kuranda Zikredilen Zü’l-Karneyn olarak zikretmişlerdir ki onların münakaşası bu makalenin konusu değildir.[2] Neylersiniz ki bizim bu açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi Arap İran milli şuuru İslamiyet’ten önceki devirlerde yaşamış kendi milli kahramanlarını şu veya bu şekildeZü’l-Karneyn olarak görmüşler, uzun uzadıya onlardan bahsetmişler böylece onları tefsir ilminin bir malzemesi haline getirmişlerdir. Neylerisiniz ki Türk tefsir otoriteleri Arap ve İranlılardan bir Zü’l-Karneyn-i cihan olduğu halde onlar; kendi milli tarihlerine sahip çıkmadıkları gibi, kendi milli kahramanlarının da hiçbir zaman elinden tutmamışlar ve onları tefsir ilminin malzemesi haline getirmede en ufak bir milli şuur örneği sergilememişlerdir. Fakat bütün bunlardan daha da acısı Türk tefsir otoriteleri yazmış oldukları hacimli kitaplarında, onların, bilgi kirlililiğinden başka bir kıymet-i ilmiyesi olmayan çoğu halde bayat yorumlarını nakletmişler Hayır! Bilerek veya bilmeyerek Arap ve İran milli şuurunun borazancılığını yapmışlardır ki bundan üzülmemek mümkün değildir. Bu arada şunu bir kere daha ifade edelim ki Makedonyalı Büyük İskender; İslami mananda hiçbir zaman “Mümin” ve “Muvahhid” bir kimse olmadığı gibi, insanlığın hayrı ve iyiliğine giden yolda vahye mazhar olarak kadar hiçbir iyilik yapmamıştır. O daha ziyade kendi hocası ve büyük Yunan Filozofut ve her zaman aklı ön planda tutan Aristonun (m.ö. 386-322) tesiri altında kalmıştır.[3] Ve sözde “Ab-ı Hayat”denilen “Ölümsüzlük Suyu”nu bulmak ve ondan içerek sonsuz, ebedi bir hayata kavuşmak ve bir manada Yüce Tanrı’ya meydan okumak istemiş ve bunun içindeOrta-Asya ve bu arada Hindistan’a çok büyük bir askeri sefer düzenlemiştir ki bu askeri maceradan başka bir şey değildir.[4] İşte böylesine zavallı bir maceraperest ve aynı zananda zorlu bir putperest olan bu kişinin; Kuran-ı Kerim’de zikri geçen, üstelik kendisini insanlğın hayrına adamış ve her zaman Yüce Mevlanın inayetine mazhar bir kişi olan Zü’l-Karneyn’in haşa! bir İskender-i Yunani olduğunu iddia etmek işte bu zırvadan başka bir şey değildir ve çoğu halde tam bir bilgi kirliliğidir neylersiniz ki İslam Alimleri, tefsir, hadis, dil ve edebiyat otoriteleri bu arada pek çok Osmanlı Müfessirleri de dahil bu bilgi kirliliğinde hem de asırlarca birbirleri ile yarış etmişler, çoğu halde bir safsatadan ibaret olmak üzere binlerce kitap ve çuvallar dolusu moloz yığını bırakmışlardır. Diğer taraftan, Makedonya kralı Filip’in oğlu olan Büyük İskender tarihi perspektif açısından da dün denecek kadar kısa bir zamanda ve M.Ö. III. Asırda yaşamış ve askeri üstün yetenekli bir komutan olduğu gibi ayrıca o; sadece doğu istikametinde ve Hindistan’a doğru çok büyük bir sefer yapmış ve daha sonra kendi memleketi olan Makedonya’ya dönerken yolda hem de çok genç denebilecek bir yaşta ölmüştür. (m.ö. 356-323)[5] bu bakımdan Kuran-ı Kerim’de zikr-i geçen Zü’l-KArneyn’in İskender-i Yunanî olduğunu iddia etmek kadar saçma sapan bir fikir yoktur. Zü’l-Karney Onun İlahi Şahsiyeti Yüce Misyonu ve Oğuz Kağan Buraya kadar olan açıklamalarımızda El-Kehf suresinin Zu’l-Karneyn’le ilgili ayetleri üzerinde durulmuş, bu ayetlerin ifade ettiği yüksek hakikatlerin kısaca yorum ve tefsiri yapılmış ve neticede Kuran-ı Kerim’de Zü’l-Karneyn olarak zikr-i geçen bu “Tanrı Kulu” ve cihan fatihi’nin; insanlık tarihine, zamana hükmeden kişiler olarak geçen mesela Pers İmparatoru Dara ve hele, hele Makedonyalı Büyük İskender vs. gibi kimselerin hiç olmadığı zikredilmiştir. Bununla beraber değerli İslam alimi el-Ezraki’nin yukarıda da ifade edildiği gibi; “Ahbar-u Mekke” adındaki kıymetli eserinden örendiğimize göre; Kuran-ı Kerim de Zü’l-Karneyn lakab ile zikredilen bu mümin, muvahhid ve kendisine mülk ve saltanat verilen bu kişinin Hz. İbrahim zamanında yani M.Ö. 18. asırda ortaya çıkmıştır. Onun tekin ve irşadı ile Müslüman olmuştur. Daha sonra Hz. İbrahim’le birlikte Mekke’ye gelmişler ve Ka’be’yi birlikte tavaf etmişlerdir.El-Erzaki, onların bu ziyaretleri sırasında Hz. İsmail’inde yanlarında olduğunu kaydetmektedir.[6] Bu takdirde karşımıza çok önemli bir soru çıkmaktadır. Öyleyse; el-Erzaki’nin işaret ettiği ve Hz. İbrahim’in risalet ve mübüvvet arasında yaşayan ve Kuran-ı Kerim’de Zü’l-Karneyn olarak anılan bu büyük kişi kimdir? Onun ilahi şahsiyet ve mübarek misyonu tarihte en güzel kim ve kimler tarafından temsil edilmiştir? Bütün bunlardan daha önemlisi Türk İslam Tarihi’nin bu husustaki kesin hükmü nedir? Evet! Oğuz Han’ın; Turan Yurdu ve Asya’nın bağrında, onun büyük, ruhu olarak ayağa kalkması ve daha sonraları cereyan eden baş döndürücü dini olaylara bir deKuran aynasından bakıldığı, nur yüzlü, nurani, bakışlı, ak saçlı, ak sakallı Türk ve İslam Tarihinin o büyük manevi şahsiyetine bu soruları sorduğumuzda o; bütün haşmet ve heybeti ile ayağa kalkmakta şehadet parmağını gözümüze sokarcasına “Turan Yurdu”’nu göstermekte ve Zü’l-Karneyn alnilen ve Tanrısal bir ünvanla onlan bu Tanrı Kulu’ nun hem de en ufak bir şüpheye yer vermeyecek bir şekilde; Türklerin Allah’ın hidayetine giden yolda ilk ulu Hidayet Önderi; ve bir büyük cihan fatihi olan OGUZHAN olduğunu söylemekte ve onun manevi huzurunda çok büyük bir edeple baş eğmektedir. Bu arada ve gururla şunu da ifade edelim ki Türk ve İslam Tarihi’nin manevi şahsiyetinin bu kıymetli görüşleri bu yönde yazılmış bir çok kıymetli eserler tarafından da doğrulanmaktadır. Nitekim Nahle Kalafat’ta kıymetli eserinde bu gerçeği dile getirmiş ve aynen şöyle demiştir. Oğuz Han adı geçen büyük Hakan İbharim Halil asrında yaşamıştı.[7] Gerçekte Oğuz Han’ın, Hz. İbrahim’le çağdaş olduğu ve onunla bir çok defalarca karşı karşıya geldiği hususu milli kaynaklarımızda da dile getirilmiştir. Nitekim Hasan el-Beyati’nin “Cam-Cem Ayin adındaki eserinde yer alan beyanlarından öğrendiğimize göre; Türk Hükümlarları arasında ilk iman eden kişi Hz. İbrahim Aleyhisselamdan ahir zaman peygamberinin vasıflarını isteyerek en evvel “Lailahe illallah Muhammedün Resulülah” diyen ve kavmini Allah ü Tealaya davet eden Oğuz Kavinin atası Oğuz Handır.[8] M. Neşri de buna benzer beyanlarda bulunmuş ve aynen şöyle demiştir. “Bütün bu havadisler Hz. İbrahim Halilullah zamanında oldu zaten O; Hz. İbrahim’e iman getirmişti”[9] Mamafih milli kaynaklarımızda Oğuz Han’la Hz. İbrahim arasındaki bu görüşmelerin Oğuz Han’ın Şam seferi sırasında gerçekleştiği ve daha sonra ikisinin birlikte hacca gittikleri bildirilmektedir.[10] Görüldüğü gibi, milli ve dini kaynaklarımız bütünüyle el-Ezraki’yi doğrulamakta, onu görüşlerini çok daha iyi anlaşılır bir hale getirmekte ve bir manada ak saçlı, ak sakallı Türk ve İslam Tarihinin; Kuran-ı Kerim’de Zü’l-Karneyn olarak zikri geçen kişinin Oğuz Han olduğu yolundaki şehadetini kabul ve tasdik etmektedir. NitekimA.Neşri de buna benzer bir görüş ileri sürmüş ve aynen şöyle demektedir. “Türkler şöyle sınırlardı ki Hak Tealanın, Kelam-ı Kadiminde zikrettiği İskender-i Zü’l-Karneyn belki budur; yani Oğuz Kağandır.[11] Yine Osmanlı döneminde yazılmış tarih kitaplarından bir diğeri olan Rüstem Paşa’ da Evarih-i Al-i Osman adındaki meşhur yazma bir eserinde de aynı görüşleri ileri sürmüş ve şöyle demiştir. Etrak (Türkler) şöyle zikrederlerdi; Hak süphanehu ve teala Kuran-ı Kerim’inde “Biz Zü’l-Karneyn’e dedik ki[12]deyu zikrettiği meğer bu Oğuz Han’dır.[13] Fakat bizim bu konuda asıl görüşlerine yer vermek istediğimiz büyük bir Türk Alimi’nin el-Kehf suresininZü’l-Karneyn’le ilgili ayetlerinin tefsirinde böyledir. Vani Efendi, bu ayetleri tefsir ederken Zü’l-Karneyn şahsında Oğuz Han’ı görmüş ve aynen şöyle demiştir.”Türkler Kuran-ı Kerim’de bahsi geçen Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu hususta tereddüdü micip yoktur.”[14] Görüldüğü gibi temel İslami kaynaklardan özetlemeye çalıştığımız bütün bu ilginç rivayetler; Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hadislerinde zikr-i geçen Zü’l-KArneyn ile İbrahim Halilullah arasındaki dostluk, kardeşlik ve imani bağlarının ne kadar güçlü olduğunu sergilemekte ve bunun ilahi boyutları hakkında bizlere çok şaşırtıcı bilgiler vermektedir. Ne ilginçtir ki; Hz. İbrahim’le Zü’l-Karneyn arasında ve kardeşlik boyutunu çoktan aşmış bu ilahi ve imani ilişkiler ve bunu beyan eden ilginç rivayetler diğer taraftan Zü’l-Karney’in; Türkler’in Allah’ın hidayetine giden yoldaki ilk ulu atası olan Oğuz Han’ın ta kendisi olduğunu göstermektedir. Gerçekte bunlar granit kayalar kadar sert ve o kadar sağlam ayrıca inkarı mümkün olmayan çok güçlü rivayetlerdir. Bu rivayetlerde dile getirilen argümanların hepsinin daha fazlası Oğuz Kağan Destanı veOğuz Hamelenin bir çoğunu Türk maşeri vicdanı tarafından hemde onsekiz asır önce dile getirilmiş ve irfan zenginliğimize emanet edilmiştir. Zira, Oğuz Kağan Destanı’nında da; “Oğuz Han’ın; Hz. İbrahim’le Kudüs’te tanıştığı, onun vasıtasıyla Müslüman olduğu Hanifilik dinini kabul ettiği ve onunla birlikte hacca gittiği Ka’be’yi tavaf ettiği Oğuz Han’ın, Hz. İbrahim’in elini öptüğü çok daha ayrıntılı bir şekilde zikredilmiştir.”[15] Buraya kadar yaptığımız bütün açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi Kuran-ı Kerimde tanrısal bir ünvanla zikr edilen Zü’l Karneyn’den maksat, Müslüman Türk’ün Allah’ın hidayetine giden yolda ilk ulu atası ve efsanevi kahraman Oğuz Han’dır ve bunda hiç kimsenin, en ufak bir şüphesi olmamalıdır. Ne var ki; Orta Asya Doğu Turan yurdu, bu toprakların asıl b ekçiliğini yapan kahraman Türk Milleti ve bu topraklarda insanlığın kendini idrak ettiğini en eski çağlardan beri ayağa kalkan cihangir ruhlu Türk Han ve Hakanları ve Türk akıncıları hakkında fazla bir şey bilmeyen İslam Alim veMüfessirleri; Kuran-ı Kerim’in Türklerle ilgili bir çok ayetlerinde olduğu gibi bu ayetlerinde ifade ettiği yüksek hakikatleri anlama ve murad-ı ilahiyi keşfetmede fazla bir başarı gösterememişler ve onları daha da anlaşılmaz bir hale getirmişlerdir. Fakat bizim için bundan daha da acısı Türk Tefsir ve Hadis otoritelerinin de bu konularda sergiledikleri vahim durumdur. Evet başta merhum H. Yazır hoca olmak üzere Süleyman Ateş, B. Bayraklıgibi daha bir çok hele hele son devir Türk Tefsir ve Hadis otoritelerinin; kendi şerefli tarihlerine arkalarını çevirmeleri, Müslüman Türk’ün tarihi şahsiyetini Hayır! Asya’nın bu “Büyük Ruhunu” görmemezlikten gelmeleri, Orta Asya, Turan Yurdu ve buralarda cereyan eden ve her biri Kuran-ı Kerim ve Vahy-i İlahinin konusu olan bu baş döndürücü olaylara seyirci kalmaları, milli ve dini kaynaklarımızın bu konulardaki kıymetli rivayetlerine kulak asmamaları hele hele TÜRK kelimesini telaffuz etmemekte direnmeleri bu konularda Müslüman Alim’lerin yüzlerce sene önce yazmış oldukları hiçbir değeri ve kıymeti olmayan saman talaşı niteliğindeki malumatlarını yeni bir üslupla tekrar etmeleri tam bir milli şuur tarih ve ilim sefaletidir. Bu sefalet karşısında bir insanın şaşırıp kalmaması mümkün değildir. [1] Yazır, H. Hak Dini Kuran Dili V.s. 3275. Ali, A. Yusuf, The Holy K. Duran, II.s.760 [2] Geniş bilgi için bkz. Yazır, H.V.s.325 Ali, A. Yousuf, ü. S.760 Kutup, SeyyidFizıhal-el-Kuran IX.s.463 [3] Aristo için bkz. İbn Ebu Usaybia, Uyunü’l-Enba, Kahire, 1882, I.s. 54-69.Bedevi, Abdü’r-Rahman., İnde’l-Arab Kahire, 1947. İbn Nedim., El-Fihrist,Beyrut, 1978. s.239.345.352. İbnü’l-Kıfti., İhrau’l-Ulema, Kahire, 1326, s.21-40. Kaya, M., İslami Kaynakların Işığında Aristo ve Felsefesi, İstanbul, 1983. a.mlf.,Aristo, DİA, III. S. 375-378 [4] Kaya, M., İskender, DİA, XXII. S. 555-557 [5] İskender hakkında geniş bilgi için bkz. Dineveri, el-Ahbaru’t-Tıval, Kahire, 1960, s. 29-39, Günaltay, M.Ş., İran Tarihi, Ankara, 1948, Pala, İskender,İskender mi Zülkarneyn mi? TDED, XXVI, 1993, s. 117-1465, İskender, İA, V72, s.1078, Kaya, M., İskender, DİA, XXII, s.555-557 [6] El-Ezkari, Ahbar-u Mekke, s.39. İbn Kesir, el-Bidaye, Lubnan, 2004. I. S.246 [7] Kalafat, Nahle, Tarih-u Mülük el-Müslmin Beyrut 1891, s.19 Kitapçı, Z., İlk Müslüman Türk Hükümdar ve Hakanları, s. 51 [8] el-BEyati, Hasan b. Muhammed, Cam-ı Cem Ayin, Ali Emiri Küt. Fatih, ng., 203 vr. 61. 7a [9] Heşri, Mehmed, Kİtab-ı Cihannüma, Ankara, 1949, 1.S.10 [10] Ehü’l-Gazi Bahadır Han, s. 244. Krş. Neşri, M.1.S.11. [11] Nesri, A. Kitab-ı Cihannüma, Ankara 1949. s.9 [12] Kuran-ı Kerim el-Kehf [13] Rüstem Paşa, Tevarih-i Al-i Osman, İ.Ü.Kut. Halis Efendi Koleksiyonu, İstanbul, no; 1483. vs.26 [14] Van, Mehmet Efendi, Araisu’l-Kuran, s. 250. Yazma nüsha [15] Oğuz Destanı, Hzr. Z.V. Toğan, İstanbul, 1982. Kitapçı, Z. İlk Müslüman Türk Hükümdarları ve Hakanları "Dünya Tarihi'nden Türk Tarihi'ni çıkartırsanız, geriye anlatacak pek birşey kalmaz." Bazı Avrupa tarihçileri. “Vizigotlar’dan Sarafenlere değin Hristiyanlık ile temasa geçen bütün ırklar ve kavimler er geç Hristanlığı kabul etmiştir. Bunun tek istisnası Türkler’dir. Türkler, Hristiyanlığı kabul etmek şöyle dursun, ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Onun için Türklerle savaşmak, onları yok etmek zorundayız.” Kardinal John Newman, İngiltere, 1854. "Türkler size dokunmadıkça, siz de onlara dokunmayınız. Çünkü Kanturaoğulları, ümmetimin liderliğini ele geçirecektir." Hadis-i Şerif. "Ey iman edenler ! İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah bir kavim getirir, onları sever. Onlar da Allah'ı severler. Onlar Müslümanlara karşı hoşgörülü, kafirlere karşı zorlu, sert ve şiddettli olurlar. Allah yolunda cihad ederler. Kendilerini kınayanların çekiştirmesinden yılmazlar. Bu özellik, Allah'ın bir lütfudur ki onu dilediğine verir." Maide 54. Müfessirlere ve Alimlere göre burada kastedilen kavim Türkler'dir. ''Evimi, atımı verdim, çünkü benimdir. Toprak verilemez, çünkü devletindir." Oğuz Kağan. "Ey Türk Milleti ! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilmini ve töreni kim bozabilir. Titre ve kendine gel." Bilge Kağan. Oğuz Kağan'ın ne zaman yaşadığı çok önemli. Bize öğretilen tarih, genelde Çin kaynaklarına göre öğretilen tarih. Çinliler, tarihimizi değiştirmek için yoğun çaba sarfediyor. Mesela, Büyük Hun Devleti bayrağı diye kitaplarda bulunan bayrak, bize ait değil, çünkü Ejderha, Türkler için kötü bir sembol, Çinliler içinse çok kutsal bir semboldür. Bilge Kağan'ın Orhun Yazıtları'ndan yapılan karbon testlerine göre Asya'daki Orhun Yazıtları'nın en az 4.500 yıllık bir geçmişi var. Bizden gerçek tarihi halen gizliyorlar, çünkü Avrupa'daki Orhun Yazıtları'ndan bazılarının en az 10 bin yıllık geçmişi olduğu biliniyor.
|
Bugün 13 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|